
Ömer Öztürk
Can sıkıntısı da aslında Allah’ın bize yönelik bir yaradılış imtihanından başka bir şey değil. Dikkat edilecek olursa, biz insanlar günde ortalama 6 saat uyku uyuyoruz. Geriye doldurulması gereken koskoca bir 18 saat kalıyor ki, işte bütün mesele de burada. Dünyaya gelip dünyadan giden insanların ekserisi ne yazık ki, bu imtihanı veremiyor. Aksi takdirde, bunca zararlı, kötü alışkanlık dünya üzerinde alıp başını gitmezdi herhalde. Nitekim Orhan Veli Kanık can sıkıntısının nasıl bir kısır-döngü yarattığını bir şiirinde Dün fena halde canım sıkıldı/İki paket sigara bana mısın demedi diyerek dile getirmiyor mu!...
Tekrar edersek; şüphesiz yaşlılığa ve ölüme doğru yol alınan emeklilik çağlarında can sıkıntısı daha da yoğunlaşıyor. Çünkü bu devrede insanlar işten-güçten kesilince, ‘şimdi ne olacak?’, ‘bundan sonra ne yapacağım?’, ‘ne işe yarayacağım?’, ‘nasıl zaman geçireceğim?’ gibi olumsuz düşünce çukurlarına düşüyorlar. Emekli olunca canı sıkılan, bu yüzden yeniden iş hayatına atılan çok insan mevcut.
Zenginlerse, muazzam servetlerine rağmen son nefeslerine kadar çalışmak zorunda kalıyorlar. Çünkü servet, para-pul can sıkıntısına çare olmuyor. İnsana meşgale lâzım. İşsiz, mirasyedi zenginler de yok mu? Var ama duyuyoruz işte boşluktan uyuşturucu müptelası olanlar çıkıyor içlerinde.
Can sıkıntısına varlığımızın farkında olduğumuz için, uyanık olduğumuz için tutuluyoruz. Elbette ölülerin canları sıkılmaz. Uyurken de sıkılmıyoruz. Hayvanlarda ise, bildiğim kadarıyla zaman zaman can sıkıntısına tesadüf edilmekle beraber elbette bu insanlarınkiyle mukayese bile edilemez.
Hacıvat’ın canı fena halde sıkılır ve en yakın arkadaşı Karagöz’ün evinin önüne gelir. Üst kattaki Karagöz’e seslenir: Yar bana bir eğlence medet amaan amaan!... Bu örnekten yola çıkarsak, dostlarla sık sık bir arada olmanın can sıkıntısını hafiflettiği sonucuna varabiliriz. Eh, zaten atalarımız da Gönül ne kahve ister ne kahvehane/Gönül sohbet ister kahve bahane diyerek can sıkıntısı meselesine pek isabetli bir yorum getirmemişler mi!...