
Burada Türkçe öğretiyorum. Bu mektubumda sizinle öğretmenlik ve bilgi elde etmekle ilgili hasbihal etmek istiyorum. Doğrusu öğretmek dünyanın en zor işlerinden biri. Öğretmek demek aynı zamanda öğrenmek demek. Pedagojide buna yansıtıcı öğretim diyorlar.
Kıymetli Hocam,
Bir sohbetimizde “ilim için gurbetin gerekliliği”nden konuşmuştuk. O gün bunu gurbete gittiğinde eş dost derdinin azalmasına bağlamıştım. Şimdi bu satırları size gurbetten yazarken bunun bir sebebinin olduğunu daha fark ediyorum: Zaaflarının farkına varmak. Bilgiye talip olmak bir boksör olmaya benziyor. Boksör vücudunun zayıf noktalarını güçlendirerek kendisini rakibinden korumaya çalışır. Bilgi elde etmek de böyle, zayıf noktalarını fark etmeli ve onları tamamlamalısın. Bu ise öteki ile karşılaşmakla mümkün. Öteki ile karşılaşmadığın sürece rakipsiz bir boksöre benzersin. Kendi ringinde kuru kuruya övünen bir boksöre…
Burada Türkçe öğretiyorum. Bu mektubumda sizinle öğretmenlik ve bilgi elde etmekle ilgili hasbihal etmek istiyorum. Doğrusu öğretmek dünyanın en zor işlerinden biri. Öğretmek demek aynı zamanda öğrenmek demek. Pedagojide buna yansıtıcı öğretim diyorlar. Öğrendiklerini öğretmenliğine yansıtmalısın. Yine öğretirken fark ettiğin güçlü ve zayıf noktaları çözümleyebilmeli ve zayıf noktaları yeni bilgilerle tamamlamalısın. Böylece adım adım mükemmele doğru yol almalısın.
Bilginin güç olduğu artık çağımızın klişelerinden. Hâlâ sormaya ve araştırmaya değer olan şey ise bilginin nasıl elde edileceği, nasıl kullanılacağı. Aynı zamanda ne tür bir bilgi peşinde olmak gerektiği. Malum teknoloji ile birlikte alışkanlıklarımız, düşünme şekillerimiz değişiyor. Öyleyse çocuklarımızı, öğrencilerimizi 5-10 yıl sonrasına nasıl hazırlayacağız? Dünya ile nasıl rekabet edeceğiz. Ya da hangi noktalarda rekabet etmeyip kendi işimize bakacağız? Tıpkı bir boksör gibi rakibimizi kendi çizgimize çekip orada onunla nasıl dövüşeceğiz? Sürekli rakibimizin çizgisinde kalmaktan nasıl kurtulacağız? Bunlar kendimize sürekli sormamız ve cevabını aramamız gereken sorular.
Bana sorarsanız eğitim bir iklim işi. Gerçekten iyi öğrenciler yetiştirmek istiyorsanız, o iyiye ulaştıracak bir iklim oluşturmalısınız. Öğrencilerinizi o iklimin içine çekip uzun yıllar o iklimi solumalarını sağlamalısınız. Öğrenciler böyle de öğretmenler farklı mı? Öğretmen yetiştirmek de bir iklim işi. Bir iklim olmalı ki; öğretmen öğretmekten bir kitap okur gibi beslenmeli. Öğrencilerini, anlattığı konuyu, öğretim metodunu her şeyi bir kitap gibi görmeli. Üzerine düşünmeli ve yeni çözümler oluşturmalı. Bunları eğitim fakültesine başladığımız yıllardan beri okuyoruz değil mi? Sağolsunlar hocalarımız, Grigory Petrov’un İdeal Öğretmen’inden Kant’ın Eğitim Felsefesi’ne, Tolstoy’un eğitim anlayışından Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası’na kadar geniş yelpazede teori ile beslediler bizi. Ancak Türkiye’mizde büyük bir pratik eksiği var. Bütün bunları somut, çıktısı görülebilir ve izlenebilir uygulamalara dökme vakti geldi de geçiyor bile. Bunun için en kritik nokta “öğretmen yetiştirmek”. Ama bunu yaparken öğretmenin yetişmesine mümkün bir iklim de oluşturmak. Maalesef öğretmen yetiştirmeyi süslü cümlelerden ya da tek taraflı bir bilgi aktarımından ibaret sanıyoruz. Bazen de öğretmenlerin ne kadar tembel olduğundan dem vuruyoruz. Oysa öğretmeni o iklime çekmek sistemin işi. Biz iklime çalışalım. O iklimi önce kendimiz soluyalım. Sonra başkalarına o lezzeti tattırmaya çalışalım. Göreceğiz ki öğretmenler kendiliğinden o iklimi solumaya başlayacaklar. Üretmiyorlar, tembellik yapıyorlar dediğimiz kişiler işlerinden zevk almaya ve üretmeye başlayacaklar. Hayat haddizatında bir zevk alma meselesi. Zevk ise hep düşünegeldiğimiz gibi süfli şeylerden ibaret olmasa gerek. İnsan işinden, ibadetinden, aile hayatından, dost çevresinden zevk almalı. Bir mevsimi solur gibi solumalı yaptığı işi.
Peki insanları bu iklime nasıl çekeceğiz? Burada gördüğüm güzel bir uygulamadan bahsedeyim size. Üniversitemizde bütün bölümlerden bağımsız bir “Öğretme ve Öğrenme Merkezi” var. Bu merkez üniversite çapında bütün hocalara her konuda pedagoji desteği sağlıyor. Merkezde çalışanlar bu alanda uzman isimler. Herhangi bir konuda takıldığınızda, dersinizi hangi metotla anlatacağınızı bilemediğinizde bu merkezden randevu alıp durumu müzakere edebiliyorsunuz. Alanında dünyada isim yapmış hocalar “Ben bu alanın piriyim.” demeden merkeze geliyor ve destek alıyor. Malum bir işi çok iyi bilebilirsiniz; ancak bu durum, o işi iyi öğreteceğiniz anlamına gelmez. Neden okullarımızda biz de bu tür merkezler üzerine kafa yormaya başlamıyoruz? Bence buna çok ihtiyacımız var. Öğretmenlerimiz, hocalarımız yalnız. Soramıyorlar, sormaya çekiniyorlar ya da tenezzül bile etmiyorlar. Ah bilgiyi bir kişinin ya da grubun malı görme hastalığı! Birlikte çalıştığımızda her şey çok daha güzel olacak oysa.
Çok kıymetli meslektaşım. Size şunu söyleyebilirim. Bütün ideolojilerden, gruplaşmalardan, ön yargılardan sıyrılarak gece gündüz eğitim için çalışmalıyız. Çünkü bana öyle geliyor ki eğitim meselesi ülkemizin en kritik meselesi. Fakat bunun için yanınızda yine sizi bütün ön yargılardan sıyrılarak dinleyecek çalışma arkadaşlarınızın olması gerekiyor. Belki de önümüzdeki en büyük engel bu. Çocuklarımızın faydasına olabilecek birçok girişim ideolojilerin pençesinde boğuluyor. Çıkan hırgürde bir taraf kazanıyor kazanmasına, ancak bu güzel bir girişimin kazanmasından çok futbol takımı taraftarlarının kazanmasına benziyor. Birkaç gün kahvehane muhabbetlerine konu oluyor. Sonra herkes bir sonraki mücadeleyi bekliyor gibi. Birbirimizle mücadele edeceğimize, önümüzdeki işlerle mücadele etsek ya!
Doğrusu sizinle uzun uzun yazışmak isterim. Eğitim meselesinde pek de iyi bir karnemizin olmadığı şu günlerde üzerimizdeki sorumluluğu eminim sizler de benim kadar hissediyorsunuz. Lütfen siz de bana yazın. Hasbihâllerimizin geleceğimiz için bir iklime dönüşmesi duasıyla. Hoşça kalın. Meslektaşınız Selim.