
Okan Erdağı
Fabrika işi çoraplar çıktı, sabır azaldı patikler de bozuldu. Günlük kullanımdan uzaklaşıp adeta yeraltına sindi. Uzun zamandır tamamen bir hobiye dönüşen el emeği göz nuru bu örgüler unutulmaya başlanıp sandıklarda kilitli kaldı. Oysa hepsi sıcak bir Anadolu’yu taşıyan büyük bir kültürün ürünüydü.
Kış geldiği zaman yalnızca dışarıda giyilenler değil evlerin içerisinde giyilenler de değişirdi. Hırka, bere ve süveterin yanına ansızın bir de patik eklenirdi. Bizler çocukken giydirilen patikleri kabul etmez, daha şehirlisi olan çorabı tercih ederdik. Fakat ev ahalisi, özellikle de babam her giydiğinde içim gider, bana onun ki kadar yakışmayacağı için de giymekten bir o kadar kaçardım. Ayak önemliydi. Soğuğun kötüsü ayaktan gireniydi. Buna rağmen diretirdik. Yıllar böylece geçip gitmiş, bize patik kelimesini dahi unutturur hale gelmişti.
Üniversiteyi okuduğum yıllar aynı evde kaldığım hemen hemen tüm arkadaşlarım Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen, bir şekilde köyle olan irtibatları benden daha yüksek kişilerdi. Köyden yalnızca yiyecek gelmez giyecek de beraberinde gelirdi. İşte bu gelenler arasında tekrar görmüştüm patiği. Isparta’dan, Uşak’tan, Kahramanmaraş’tan gelen renk renk patikleri giyiyordu arkadaşlarım. Dost başa düşman ayağa bakardı ama gözümü ayaklarına geçirdikleri bu ip yumağından da alamıyordum. Annemi aradım bir gün, ‘anne hatırlar mısın’ dedim. ‘Babam ben çok küçükken patik giyerdi. İşte onlardan var mı yine?’ Annem hemen gülüvermişti. ‘Çocukken zorla giydirirdik, büyüdün, şimdi de telefon açıp benden patik istiyorsun’ diye. Annem patik örmeyi bilmeyen bir kadın değildi elbette. Elinden her iş gelir bir kadın. Fakat çocukluğumda bu konudan çok mu çektirdim nedir kabul etmedi. Babaannem yaşasaydı o yapardı. Ben de anneanneme sarıldım hemen.
Anneannem tüm çocukları evlendi sıra torunlarda deyip renk renk, desen desen patikler, hırkalar, süveterler, şallar, lifler dahası aklınıza gelebilecek envaiçeşit örgü örmüştü ve hala örüyordu. İlk önce o da anlamadı beni. Gülerek, ‘sen ne yapacaksın patiği’ dedi. ‘Ya anneanne’ dedim. ‘Evdeki tüm arkadaşlarım giyiyor -ki o sene kalabalık bir nüfustu evim- bir tek benim yok. Ya n’olur kuzenlerime ördüğün patiklerden birini bana versen?’
Anneannem asi. Neredeyse Nuh diyor peygamber demiyor. Çünkü onları kuzenlerimin çeyizine örmüş. ‘Ee tamam işte’ dedim. ‘Ben de senin torununum! Benim çeyiz hakkımı ben şimdiden istiyorum.’ Anneannem bastı kahkahayı. ‘Erkeğe çeyiz mi olar balam?’ Güç bela ikna ettik hacı nenemi. Nihayet odadan bavulları getirmişti. El emeği göz nuru tüm örgülerini dağıtmış, kalanları da bu bavulların içerisinde kıymetli bir hazineyi saklar gibi saklıyordu. Bir yandan da akşamları örmeye devam ediyordu. Dahası anneannem yurt dışına bile açılmıştı. Dayılarımın vaktinde Türkmenistan’dan, Azerbaycan’dan getirdiği patikler de bu bavulun içerisindeydi. Gözüme kestirdiklerimi sırasıyla giyiyor, olmuyor tekrar deniyordum. Nihayet benim de bir patiğim vardı. Hem de arkadaşlarımın patiklerinden daha güzel, daha alımlı. Sonuçta anneannemin ördüğü patikti.
Patik için erkek veya kadınları giydiği, kadınlar için olanların ayak bileğine kadar geldiği, erkekler için olanların ise ayak bileğini de kaplayan yün çoraplar denebilir. Ancak bu kolay bu yoruma kaçmaktan başkası olmaz. Zira bu örgüler sadece bir örgü olmakla kalmayıp bununla birlikte üzerinde taşıdıkları desenler, motifler sayesinde bir kültürü de beraberinde taşırlar. Sevgilerini, öfkelerini, aşklarını, sabırlarını hülasa çeşit çeşit duygularını da bu örgülere nakşederler. Sinirli olduklarında sıkı örerler katı olur. Keyifliyken daha yumuşak örerler zarif olur. Nakşedilen bu örgüler ise kimi zaman akraba veya yabancı fark etmeksizin evlenecek birinin çeyizine eklenir kimi zaman ise muhabbet duyulan birine hediye edilirdi. Ya da hazırlanan bir hediyenin içine muhakkak patik de eklenirdi. Hediye edilen kişi erkekse uzun patik, kadınsa kısa yani bilekten olan patikler hediye edilirdi.
Gün boyu tarlada, evde yorulan Anadolu kadınları akşamları otururken sabırla, ilmek ilmek örüyordu bu patikleri. Televizyonun olmadığı zamanlarda belki de tek aktiviteleri, hobileriydi bu işler. Tabi hobi dedik ama aynı zamanda akşamları en büyük uğraşları, dışarıda yeri geldiğinde gösteriş aracıydı patikler. Dediğim gibi, dost başa düşman ayağa bakardı. Üzerlerinde onca işaretin, sembolün de bulunduğu bu patikler sadece ayakları ısıtmaz, gönlü dahası ruhu da ansızın ısıtıverirdi. Belki de bundandı ne zaman ayağımıza geçirsek sıcak tutması. Bir ayağın ihtiyaç duyduğundan fazlasıydı.
Fabrika işi çoraplar çıktı, sabır azaldı patikler de bozuldu. Günlük kullanımdan uzaklaşıp adeta yeraltına sindi. Uzun zamandır tamamen bir hobiye dönüşen el emeği göz nuru bu örgüler unutulmaya başlanıp sandıklarda kilitli kaldı. Oysa hepsi sıcak bir Anadolu’yu taşıyan büyük bir kültürün ürünüydü.
Anneannemin yaşı yetmişin üzerinde olmasına rağmen sanki koca ailede tek başına bir kültür savunucusu gibi. Ördüğü patiklerin üzerini de asla boş bırakmaz, göz sorunları artmasına rağmen zihnindeki desenleri tek tek nakşeder. İnce, renkli, desenli. Tanıdık ve bildik Anadolu renkleri, kokusu. Çocukken annesinin ya da aile büyüklerinin ördüğü örgüleri giymiş hiçbir kimse yoktur ki üzerinden yıllar da geçse tekrar gördüğünde yine o sıcaklığı bulmasın. İşte anneannemin patikleri…