
“Göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği Bir oyundur satranç”
İlhami Çiçek
Satranç tahtasının üzerine bir macun gibi yayarsınız aklınızı. Satrancın insana aklını somut bir biçimde hissettiren bir tarafı var. Bunu hissedersiniz. Dünya üzerindeki yerimize işaret eden, dünyada her şeyin bir yerinin olduğunu hatırlatan bir tarafı var satranç taşlarının. Hiyerarşik dizilim, feda edecekleriniz hakkında daha iyi düşünmeyi öğretir size. Ariflerin oyunudur satranç.
aslarımızdaki güç ile eylemek, bir aksiyon geliştirmek ve herhangi bir iş yapmak bizi diğer canlılardan ayıran özellik olmadığı gibi, çoğu zaman diğer insanlardan bizi ayırmaya yeten bir özellik de değildir. İnsanoğlu bizzat akıl sayesinde eyleyebildikleriyle diğer canlı türlerinden ve hatta diğer insanlardan ayrılır. Aklın, kasların ötesine geçen bir tarafı var, kaslara hükmeden tarafının yanında tabii. Bir çok mütefekkir, akıl ile imana varılabileceğini söyledi. Bir çok başka mütefekkir de tersini savundu. Buradaki paradoks, bizzat imanın kendisinin barındırdığı anlamla çok ilgili. Daha da açarsak…
Daha da açarsak,” imanın akıl yoluyla kavranılıp kavranılmadığının” akıl yolu ile kavranılmasının pek mümkün olmadığını söylememiz gerekir. İman akıl ile yaklaştığınızda kalbî teslimiyet ister. Kalbinizin tüm letaiflerini açıp imanın kıyılarına gelmişken aklınızın yardımına ihtiyaç duyarsınız bir adım daha öteye geçebilmek için. Bu sözünü ettiğim anı, yaşayanların bildiğine ve benim yetersiz anlatımıma rağmen anladıklarına eminim. İman akıl ile kalp arasındadır. İnsan akıl (nur) ile nefis (şehvet) arasındadır. İnsan ne yere aittir ne göğe. Akıl ne kafa tasının içindedir ne de göğüs kafesinin sola yakın bir yerinde. Nerdedir akıl?
Parmağımı çalıştırırken onu hissedebiliyorum. Kaslarımı çalıştırırken onları hissedebiliyorum. Kalbim atarken de… Ama insanoğlunun aklı kafatasının içinde değildir. İnsanoğlu bütün vücuduyla düşünür. Düşünürken aklımızı kafatasımızın içinde hissetmeyiz. Şairlerin bütün vücuduyla görmesi gibi, bütün bünyemizle düşünürüz. Aklı ancak kullanıldığı yerlerde görebiliriz, hissedebiliriz ve çevresinden kavrayabiliriz. Mesela bir metnin içinde, mesela bir operatör doktorun parmaklarında, mesela bir kanun ustasının tırnak uçlarında, mesela bir satranç tahtasının üzerinde.
Satranç tahtasının üzerine bir macun gibi yayarsınız aklınızı. Satrancın insana aklını somut bir biçimde hissettiren bir tarafı var. Bunu hissedersiniz. Dünya üzerindeki yerimize işaret eden, dünyada her şeyin bir yerinin olduğunu hatırlatan bir tarafı var satranç taşlarının. Hiyerarşik dizilim, feda edecekleriniz hakkında daha iyi düşünmeyi öğretir size. Ariflerin oyunudur satranç. Yukarıya mısraını aldığım şiir İlhami Çiçek’e ait. Satranç üzerine bir kitap şiir yazmış şair.
Nasıl oynanır satranç? Satranç, iki oyuncu arasında oynanan bir zekâ oyunudur. Bu oyun satranç tahtası denilen 8*8`lik kare bir alan üzerinde satranç taşlarıyla oynanır. Toplam 64 karenin yarısı siyah, yarısı beyaz renklerden oluşur. Taraflar beyaz ve siyah renkli taşları alırlar, her oyuncunun bir seferde bir hamle yapmasıyla oyun gelişir. Oyunun başında beyaz ve siyahların 16 taşı bulunur. Bunlar bir şah, bir vezir, iki kale, iki fil, iki at ve sekiz piyondan oluşur. Oyunun amacı karşı tarafın şahını mat etmektir.
Çok basit gibi görünüyor. Ama bunlar sadece basit kurallar tabii. Oynadıkça öğrenilen, insanda kapılar açan bir oyun satranç. Permütasyon, kombinasyon, strateji, fotografik hafıza, matematik ve empati gibi özelliklerin her birini ortaya çıkarmaya, bu erdemleri tebellür ettirmeye yaradığını görürsünüz satrancın. 5-6 hamle sonrasına yatırımlar yapılır. Her ihtimal kafada süzülür. 5 hamle sonrasına kadarki bütün hamle imkânlarını kafada tartmak demek, en az 30 hamle ihtimalini düşünüp tartmak demektir. “Ölçülü adım atmak” deyimine haddini bildiren bir oyundur satranç.
Oyunu ilk kimin bulduğu konusu da bir muamma. Bilhassa Hindistan, İran ve Çin, satrancın icat edildiği yer olarak görülür. Oluşumu muhtemelen M.S. 3. ilâ 6. yüzyıllar arasıdır. En güçlü sav İran’da ortaya çıktığı yönünde. 6. yüzyıldan beri İran`da bilinmekte olan oyun buradan, 7. yüzyılda İslâm`ın yayılışıyla birlikte Orta Doğu ve Kuzey Afrika`da yayılır. Endülüs Emevileri, İtalya, Bizans İmparatorluğu ve Rusya yoluyla oyun, 9. ilâ 11. yüzyıllar arasında Avrupa`nın diğer yerlerine yayılır. Burada, bir yandan şövalyelerin yedi yiğit erdeminden sayılırken diğer yandan kilise tarafından uygun bulunmamaktadır. 15. yüzyılda oyun kuralları belirleyici şekilde değişir. Bu yüzyıldan sonra bugün oynanana benzeyen modern satrançtan bahsedilebilmektedir. İspanya (16. yüzyıl), İtalya (16./17. yüzyıl), Fransa (18./19. yüzyıl), İngiltere (19. yüzyıl) ve Rusya (20. yüzyıl), sırayla satrançta Avrupa`nın önder ülkeleri oldular.
19. yüzyılın ortasından beri düzenli satranç turnuvaları yapılmakta. İlk resmî Dünya şampiyonu Wilhelm Steinitz`tir. 1924`te Dünya Satranç Federasyonu (FIDE) kuruldu. 20. yüzyılın sonunda iyi satranç oynayabilen satranç programları piyasaya çıktı. Bunlar, Dünya şampiyonları seviyesinde oynayabilen programlardır.
Makinenin bütün hamleleri gözden geçirip en “yararlı” hamleyi yapması anlaşılabilir. Fakat ruhsuzca edinilmiş bir faydadır makinenin hamlesinden gelen. Büyük satranç ustalarının ise (kızgınlık, sinir, heyecan, öfke, güven, korku gibi) insanî duyguları da barındıran ve hem de aklın sınırlarını zorlayacak derecede zekice yaptıkları hamlelere bakmanızı ve satranç oynamanızı öneriyorum. Faydası zararsız olması değil sadece, faydaları var bu oyunun.