
Yunus Emre Tozal
"İlim, ilim bilmektir
İlim, kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsen
Ya nice okumaktır"
Yunus Emre
Kâinatı okumak, tüm renkleriyle, tabiatıyla, kozmosun içinde yaratılan ve insanın emrine amade kılınan evreni anlamaya çalışırken, aynı zamanda insanın iç dünyasını da anlamaya çalışmak; bunu başarabilmek için de hayata dair, dünyaya dair, insana dair her şeye dokunma çabasını ifade eder. Çünkü mutasavvıflar bir iç kozmos (yani insanın iç benliğinde), bir de dış kozmos (insanın dışında) var olduğuna kanaat getirmişler, anlamın vücut bulabilmesi için de her iki kozmosun da anlaşılmaya çalışılmasının gerekliliğine vurgu yapmışlardır.
Okumak, bir eylem biçimi olarak bir kitapla başlayabilir ama gerçekten ne aradığını bilen, sorgulayan için devam ettiği güzergâh insanlar ve tüm kâinattır. Buradan hareketle, okumak bir eylemdir; okumaya başlayan insanın arayışı iki kapak arasına sığmayacak kadar derindir; çünkü anlamak, yorumlamak ve düşünmek eylemlerini de beraberinde taşır. Tüm bu eylemler, yeni bir dünyanın kapısı açıldığı için insanı fark etmeye çağırır, fark ettikten sonra da idrak etmeye ve harekete geçirmeye… Hareket etmeye başlayan okur, varlığının bilincine ermiştir. Nihayetinde okumak, kâinatı anlamaya çalışmaktır. Kâinatı anlamaya çalışmak ise “kendini tanımak”tır. İnsan, bir ömür boyunca kendini anlamaya çalışır. Kendini anlamak, sürekli bir okumayı gerektirir. O yüzdendir ki insanın saatlerce dinlemekten sıkılmayacağı tek konu, “kendi”dir. Kendini tanıyabilmek için çevresine sorar kendini insan. Çevresinde olup bitenlerle kendi iç dünyasında olup olanları karşılaştırır ve etrafından gelen cevaplara göre hareketlerine yön verir, mazide yaptığı ve yapmaya devam ettiği yanlışlarının farkına varır, yeni öğrendiği doğruları pekiştirir. Her öğrendiği bilgiyle farkındalık düzeyini geliştiren, ufkunu genişleten bir insan, okuma yolculuğundan bir daha ayrılamaz; çünkü yolculuk esnasında aldığı tat ve kendi farkındalığının vardığı bilinçle yoldan bir daha ayrılmak istemez.
Okumayı bir ayna metaforu olarak tanımlayan mutasavvıflar, aynanın arkasındaki sırrı bilenlerin öte âlemlere geçebileceğini, sırrı bilmeyenlerin ise sırrı öğrenene kadar kendilerini tanıma sürecinin devam ettiğini ifade etmişlerdir. Bu anlamda okumayı “insan olmak” olarak gören İhsan Fazlıoğlu, kitap okumanın nefes alıp-vermek gibi aslında insanın zaruri bir ihtiyacı olduğunu şöyle vurgulamıştır: “Okumaya, kitaba ilişkin en nefret ettiğim “boş zamanlarımda kitap okurum” ifadesidir. Bu sözün sahiplerine şunu söylüyorum: “boş zamanlarımda kitap okurum” demek-ile “ara-sıra insan olurum” demek arasında mefhûm açısından bir fark yoktur.” Kendini tanımayı hayatın içindeki alışılagelmiş olaylardan çok daha önemseyen Cemil Meriç, kitapları sığınılacak bir liman olarak tarif etmiştir: “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.”
Yaşadığımız hayatın; bir bütün olarak tüm evrenin aslında tek bir “kitap” olduğunu ve okumazsak eğer onun farkına varamayacağımızı bilmem söylememe gerek kaldı mı ey okur? İlk ayeti “Oku!” olan bir dine mensup insanlar olarak, İslam’ın cahilliğin karşısında durduğunu biliyoruz. Okumak, yolda olmaksa eğer, yoldan ayrılmamalı, Zümer suresinin 9. ayetindeki “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” vurgusunu da aklımızdan çıkarmamalıyız. Yolda olanları izlemek yahut yolda olanları takip etmek yeterli değildir ey okur! Takip ettiklerinizin yürüdüğü yolu görürsünüz, fakat yolda ne gördüğünü bilmek için onun gözlerine ihtiyaç duyarız. Yolda giderken neler gördüğünü ve nelerle karşılaştığını bilmemiz için, yolda ilerlerken neleri idrak ettiğini öğrenmemiz için bizim de yolda olmamız gerekir.