
Turgay Bakırtaş
Gençlerin bilmesi ve geleceklerini çizerken dikkate alması gereken en büyük gerçek şudur: Kendi gelişimini tamamlamayan dünyaya faydalı olamaz, gençlikle birlikte gelen dürtüleri baskılayan da gelişimini tamamlayamaz. Böylesine -her anlamda- muhafazakâr bir toplumda kolay bir iş mi bu? Değil. Ama gençlik enerjisinin karşısında durulması da mümkün değil. Yeter ki o enerjiyi birilerinin sömürmesine, baskılamasına, ayıplanmasına izin vermesinler.
Yirmilerimin başındaydım. Bir nalbur dükkânımız vardı ve ülke ekonomisinin de ciddi katkısıyla işlerimiz çok kötüydü. Ben de pek ticaret erbabı değildim zaten; çokça yalan söylemek, kandırmak, manipüle etmek gerekiyordu insanları. Dürüstlüğün para kazandırmadığı bu can sıkıcı düzenden kitaplara sığınıyordum. Çoğunlukla roman okuyordum ve onun da hatırı sayılır bölümünü dünya klasikleri oluşturuyordu. Fakat içinde bulunmaktan mutlu olduğum o dünyaya müdahale edecek biriyle karşılaşmadığım gün yok gibiydi. İlla ki birisi çıkar, ya bir müşteri ya bir komşu ya da bir akraba, “bunları okumakla eline ne geçecek” diye bilmiş bilmiş konuşurdu. “Aç da Kur’an oku oğlum” derdi kimisi, bazısı da boş işlerle uğraşacağıma bir siyasi partinin gençlik kollarına girmemi söylerdi. Durduk yerde, kendilerine asla danışılmamışken. Bu tavır beni çıldırtsa da gözlerimi devirip la havle çekerek dünyama geri dönerdim.
İnsanların genelinde hep bir “gençleri yönlendirme, onları doğru yola iletme arzusu” var, bunu ne inkâr edebilir ne önüne geçebilirsiniz. Bu arzunun sebepleri muhtelif. Kimisi ülkesinin geleceği garanti altında olsun istiyor, kimisi kör bir mutaassıplıkla ahlakın hızla yozlaştığına inanıyor, kimisi gençleri içine düşmeleri muhtemel sıkıntılardan korumayı amaçlıyor, kimisi de sırf konuşmuş olmak için konuşuyor. Sebep ne olursa olsun, akıl verilecek, “düzeltilecek” gençler bulunuyor mutlaka. Peki bu ne kadar doğru? Kendi “olgun” aklımıza neden gençlerinkinden daha fazla güveniyoruz?
Zamanında Hepimiz Aptaldık
Önce şu gerçeğin kafalara çivi gibi çakılması şart: Gençler bir bataklığın içinde değil. Zaten gençlik de bir bataklık değil; hiç olmadı. Gençlerin sahip olduğu enerji, isyankârlık, maceracılık, idealizm vb. etkenler süs olsun diye değil; kişisel gelişimin devamı için var. Kimse o çağların içinde dondurmuyor kendini; hepimiz eski fotoğraflara baktığımızda kendi saç şeklimizle, giydiğimiz saçma sapan tişörtlerle dalga geçip “zamanında ne kadar aptal olduğumuzu” söylüyoruz. Renkli ojeler siliniyor, saçlar kısalıyor, yırtık kotlar unutuluyor, eve dönme saati geriye çekiliyor ve tüm bunlar kendiliğinden oluyor. Yani birileri başımızda dikilip parmak sallayarak akıl verdiği için değil, insanın gelişim sürecinin doğal bir parçası olduğu için olgunlaşıyoruz.
Gençlere yalnızca bilgi ve deneyimlerimizi aktarıp kendi muhasebelerini yapmaya izin vermek yerine onları düşüncelerimiz doğrultusunda şekillendirmeye çalışmak; üstelik bunu bir talep dahi yokken yapmak kimi zaman dirençle karşılaştığı için “saygısız gençlik” söylemi atılıyor ortaya. Ya da her yanı memnuniyetsizlik kokan, dibinden köşesinden ah vah akan yazılar yazılıyor. Bu da zamanla bir tür kendini gerçekleştiren kehanete dönüştürüyor ve gençlerin ister istemez kabalaşmasına yol açıyor. Bu detayı işaret ettiğinizde “İyi de ne yapalım kardeşim başıboş mu bırakalım çocuklarımızı” isyanı geliyor ve nur topu gibi bir kuşak çatışmasını kucağımıza alıyoruz.
En Güzel Hatalar Gençken Yapılır
Bugünden geriye, kendi gençliğime baktığımda; o zamanlarda karşılaştığım insanların bana karşı tutumlarını ve sözlerini hatırladığımda aklıma gelen tek şey kocaman bir anlamsızlık. Hayatıma gerçekten etki eden, yön veren, beni geliştiren tek bir söz hatırlamıyorum. Varsa yoksa sürekli bir yargılanma hali: O bölümde okuyup ne olacaksın, o iş yapılır mı, o kız sana göre değil, başımıza çalgıcı mı kesileceksin… Bugün tüm kalbimle anlıyorum ki bir gencin gelişimini derinden etkileyen yegâne şey önüne çıkarılan engellerin yarattığı mahrumiyetlermiş. Çünkü içinde kalan her şey insanın eksiğidir. İnsan en güzel hatalarını bir daha yapmamak üzere gençken yapar. Bu imkânı elinden alından birinin “hata yapmadığı için” daha iyi, daha ahlaklı olacağını düşünebilirsiniz; fakat onun içinde biriken “keşke”lerin bir gün çok sağlıksız biçimde açığa çıkacağına emin olabilirsiniz.
Buraya kadar olumsuz bir tablo çizdiğimin farkındayım ama vereceğim güzel haberle kendimi affettireceğimi umuyorum: Çizdiğim bu karamsar resmin dışında kalmak için sadece genç olmanın doğasına uymak yeterli! Yani itiraz etmek, kendisine biçilene razı olmamak, isteklerinin peşine düşmek, kabından dışarı taşmak, meraklanmak, deneyimlemek, soru sormak, öğrenmek, zorlamak. İçinden antropoloji okumak gelenin antropoloji okuduğu, cebinde para olmadan yurtdışına çıkıp maceraya atılmak isteyenin cebinde para olmadan yurtdışına çıkıp maceraya atıldığı, sinema yapmak isteyenin sinema yaptığı, klarnet çalmak isteyenin klarnet çaldığı bir gençlik yoksa, onlara çizilecek yol haritalarının da anlamı olmaz. Özgürlüğünden vazgeçmeyi kabul eden, kendisine ezberletileni sorgulamamayı “saygı” zanneden gençlerle neyi başarabilir bir toplum?
İngiltere’de Fizik mi Okuyacaksın?
Bugünlerde çok tartışılıyor; şunda geri kaldık, bunda geri kaldık, şunu başaramadık, bunu yapamadık. Sayılan konulara teker teker bakın, hepsi doğrudan gençlere biçilen (ve onların da büyük bölümünün kabul ettiği) rolle ilgili. “Uzaya gidemedik”. Gidemeyiz, çünkü gözünü yıldızlara diken çocuklar “para kazansın” diye hukuk fakültelerine, İngiltere’de fizik okumak isteyen kızlar “Gâvur memleketinde dinden çıkmasın.” diye ilahiyat fakültelerine dolduruldu. “İyi romancı yetişmiyor.” Yetişmez, çünkü romanın temel taşı sayılan itirafın ayıp, gizlemenin makbul olduğu bilgisiyle büyüdük nesillerdir. “Futbolda geri kaldık.” Kaldık, çünkü birazcık yeteneği olan genç oyunculara anında ticari meta gözüyle bakıldı ve “yetiştikleri kulübe çok para kazandırması” dışında bir beklentiye girilmedi.
Gençlerin bilmesi ve geleceklerini çizerken dikkate alması gereken en büyük gerçek şudur: Kendi gelişimini tamamlamayan dünyaya faydalı olamaz, gençlikle birlikte gelen dürtüleri baskılayan da gelişimini tamamlayamaz. Böylesine -her anlamda- muhafazakâr bir toplumda kolay bir iş mi bu? Değil. Ama gençlik enerjisinin karşısında durulması da mümkün değil. Yeter ki o enerjiyi birilerinin sömürmesine, baskılamasına, ayıplanmasına izin vermesinler.