
Bu ay Tecrübe Konuşuyor’da Hüseyin Goncagül ile olan buluşmamızdan aldığımız notlara yer veriyoruz. Tiyatro sanatçısı, radyo-TV programcısı bir konuğumuz olunca konuşulanlar sadece o bağlam üzerine gider diye düşündük en başta; ama sonra baktık ki 12 Eylül 1980 darbesindeki cezaevi günlerini, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la sınıf arkadaşlığını konuşuyoruz Hüseyin Hocanın... Alabildiğim notları paylaşmak isterim, istifadesi bol olsun.
Hüseyin Goncagül kimdir?
1955 İstanbul doğumlu. İstanbul İmam Hatip Okulu mezunu, 9 kardeşler. 33 yaşında evlenmiş, 1 kız 1 erkek çocuğu var. İngilizce öğretmenliği mesleğini çok sürdürmemiş ama hâlâ akıcı bir İngilizcesi var. Tiyatroya, radyo-televizyon programlarına devam ediyor; gençlerle buluşmayı, güldürmeyi, “insan yetiştirmeyi” çok önemsiyor. GENÇ ekibinden ismine aşina olduğumuz güzel dost Yusuf Goncagül’ün de öz amcası.
* İnşa, insan için olmalıdır; inşaat için değil. Asıl mesele insan yetiştirmektir, maalesef ülkemizde son demlerde bina inşa etmek olarak algılanıyor inşa deyince...
* Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la İstanbul İmam Hatip Okulu’ndan arkadaşız, 7 sene beraber okuduk. Ayrıca o dönem Hayrettin Karaman, Osman Öztürk gibi kıymetli Hocalarımız vardı. 1973 yılında mezun olduk liseden. Daha okul yıllarında lider kişiliği ile öne çıkan hem sınıf hem de okul başkanımız Recep Tayyip Erdoğan sanki bugünlere hazırlanıyormuş gibi hitabette, şiirde ve beşeri ilişkilerinde kararı ve tutarlılığıyla ülkemizi dünya ölçeğinde yükseltecek misyonu üstlenmişti...
* Lisedeyken Milli Türk Talebe Birliği’ne (MTTB) giderdik. Oranın sosyal yönümüzün açılmasında büyük tesiri oldu. Özellikle merhum Sedat Yenigün başkanlığındaki Ortaöğretim Komitesi’ndeki seminerlere katılır, İstanbul’un sayılı sahnelerinden olan MTTB Tiyatrosu’nda Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Ahşap Konak ve Mukaddes Emanet oyunlarını çalışırdık. Bizim İmam Hatip Okulunda şuurlanmamızda en çok Osman Öztürk Hoca’nın ders dışı irşad sohbetleri etkili olurdu. Zaman zaman bizi MTTB’ye yönlendirip sosyal yönümüzün gelişmesine katkı sağlardı... En önemlisi de son İstanbul Efendisi Mahir İz Hoca’nın sohbetlerine götürürdü Erenköy’e, Emirgan’a...
* Tutukluluk günlerimiz bittikten sonra da 1981-1992 yılları arasında öğretmenlik yaptım. Sonra Türkiye’de TRT tekeli sona ererek özel radyo ve TV’ler faal olmaya başladı: Akra FM, Kanal 7 kuruldu. Ben de oraların ilk programcılarından oldum. İbrahim Sadri, Uğur Aslan ile birlikte...
* Cağaloğlu eskiden çok daha canlı bir yerdi. Tüm kültür-sanat camiasının ayağı oradan geçerdi. Günümüz medyasının o zamanın deyimi ile matbuatı Cağaloğlu idi. Bir yazar, şair, düşünür görmek istediğinizde oraya giderek kesin görürdünüz. Benzersiz, özel bir yerdi. Şimdi ise sıradanlaştı, farkı kalmadı diğer yerlerden... Ya kabuklarına çekildi insanlar bir bir, ya da yer değiştirdiler. Bizim MTTB’ye tam da Cağaloğlu merkezde olması hasebiyle çoğu yazar, şair konferansa gelir üniversiteli öğrencilere, seyircilere seminer verirlerdi...
* Lisedeyken devlet tiyatrosuna girdim sınavla. 3 sene oynadım. Necip Fazıl Kısakürek’in de 2 kez kendi oyununu oynadım karşısında.
* Tiyatroya olan ilgimde babamın bana etkisi çok büyüktür. Merhum babam Dümbüllü İsmail Efendi’nin anlattıklarını dinler, akşam eve geldiğinde bize aktarırdı. Ama normal bir anlatış biçimiyle değil; ayağa kalkar -stand up gibi- canlandırmayla, oynayarak anlatırdı. Bu da bende bir ilgi oluşturdu.
* Metin Yüksel’in peşine takılırdık o şehit edilmeden önce... Abisi Edip Yüksel’le aynı yaşlarda olduğumuz için onla beraberdik ama. Şimdi Edip için de Allah’a dua ediyorum. Şu an ABD’de sosyal medyadan hiç de inançlarımıza uymayan şeyler paylaşıyor... Günde 5 vakit namazda Fatiha okuyor, “ihdine’s-sırata’l mustakim” diyoruz ama şeytan bir şekilde giriyor kafaya işte... Bunları Allah’tan bilmek lazım. Edip’in durumu da böyle, çok bilen, çok anlatan, güzel fikirleri olan bir insandı, İslam’ı öyle güzel savunur ve anlatırdı ki hayran kalırdınız. Şimdi ise kendisinin bir zamanlar savunduğu şeyleri kötülüyor...
* Koğuştayken bir komünist tutuklu geldi yanımıza. “Aman abi acilen Fatiha suresini ezberlemem lazım, yardımcı olun, ne olur” dedi. Şaşırdık biz de, “Neden?” dedik. Buna işkence ederken “Ulan Allah’sız, bize bir Fatiha’yı oku” demişler, bu da okuyamamış. “Git, aşağıda kodeste yatan hocalardan hemen öğren, gel” demişler. O da bizden yardım istemişti. İşte böyle bir akıl tutulması yaşandı o dönemlerde... Bize dindarlıktan işkence ediyorlardı, inançsızlara da “dinsiz” diye.
* Kanal 7 kurulduğu günlerde halkın; Müslümanların büyük teveccühü olmuştu. Çuvalla para akıtılırdı tabiri caizse, yurtdışından yurt içinden... “Nihayet Müslümanların bir televizyon kanalı oldu” diyordu artık herkes. İlgi ve alaka bundandı, kendilerinden olan insanları görüyor ve izliyordu artık Müslümanlar.
* 12 Eylül darbesinde 7,5 ay hapis yattım... O dönemde Ümraniye Namık Kemal Mahallesi’nde bir arkadaşı almış askerler. “Bize yine irtica işleriyle uğraşan bir isim ver” demişler. Ben de o sıralarda izinde olan mahalle imamızın yerine vekil imamlık yapıyordum, gençlerle manevi sohbetler yapıyordum. Sonra geldi askerler, götürdüler beni. Falaka, dayak, ıslatarak dövme gibi birçok işkence yaşadık... Benden daha beterini yaşayan birçok arkadaşımız oldu. Çok sıkıntılı günlerdi...
* Hayatta bazen iyi sandığınız, istedikleriniz olmaz, düşündüğünüz şeyler gerçekleşmez. Ama ısrarcı olmak, istemeye devam etmek bizi bir yere getirir.
* Bir derdi olan sonunda bir yere varır. Lakin yine de hayrı ve şerri biz bilemeyiz. Mutlak manada Cenab-ı Hak her şeyin encamını bilendir... Bizlere ise kul olarak düşen şey marufu emredip münkerden alıkoymak adına çalışmak olacaktır. Sonuçta başarı Allah’tandır. Eski basılı kitaplara baktığımızda önsöz bölümünün en altında şu sloganvari cümle mevcuttu: “Gayret bizden tevfik Allah’tan.” Yani çalışmak bizden başarı-zafer Allah’tandır... Yani biz seferle sorumluyuz zaferle değil... Yolunuz bahtınız açık olsun sevgili ebedi genç kardeşlerim...