
Yunus Emre Tozal
Tefekkür ve zikir, insanın emanete sahip çıkması için irfan yolculuğuna tutunması gereken iki önemli hayat damarı. Bu hayati damarlara tutunursak işimiz kolaylaşıyor, yükümüz hafifliyor. Çevremize baktığımızda bütün eşya ve insanla kaim olan her şey birer emanettir. En küçük zerreden en büyüğüne insanoğlunun hizmetine sunulmuş olan her şey bu çerçevenin içindedir.
Dönem sonu yaklaşmış, Kur’an Kursu’ndaki tüm öğrencilerin izin öncesi katıldığı dersler başlamıştı. Ekrem Hocanın ve Orhan Hocanın katıldığı bu derslerin biri de “İman ve Ahlak” dersleriydi. Ekrem Hoca, öğrencilere ahlak dersinin önemli alt başlıklarını anlatıyor, insanın iç dünyasındaki iyiliklerin tümünün ahlakını kapsadığını, dolayısıyla güzel ahlaklı olmanın aynı zamanda insanlığın da bugün geldiği noktada en önemli ihtiyaç olduğunu hatırlatıyordu:
“Şunu hiçbir zaman unutmayalım. İman, kalbimizin ve aklımızın Allah’ın ve Resulünün istediği şekilde çalışmasını sağlayabilmektir. Allah, bizden aklımızla ve kalbimizle iman etmemizi istiyor. İman eden, hayatını Allah’ın razı olduğu gibi yaşayan insanın ahlakı da imanı gibi güzel olur. Ahlak bu noktada, imanın bir dışavurumudur. Bu yüzden peygamberimizin meşhur hadislerindendir: “Yalan ve iman bir arada bulunmaz.” Yalan, bir Müslümanın kaçınması gereken, kaçınamadığında da imanından şüphe etmesi, onu onarması gereken bir eylemdir. İman kardeşliği de buradan ileri gelir. Kimler kardeştir? Müminler kardeştir. Mümin ne demektir peki? İman eden demektir. Bakın yine imana bağlanıyor. Müminler ancak kardeştir ayetindeki kardeşlik, iman kardeşliğinden kaynaklanmaktadır. İman ve ahlak burada birbirlerini tamamlarlar. Ahlak, imanın günlük hayata dökülen kısmıdır. Bugün bizler, ülkemizden binlerce kilometre uzakta evsiz kalan bir Müslümanın evini onarıyorsak, O’na yiyecek içecek göndermeyi dert ediniyorsak, işte bu iman kardeşliğinden ötürüdür. Rabbimiz böyle emrediyor çünkü. Ama ilgilenmiyorsak bir problem var demektir. Güzel ahlak, işte bu örnekte olduğu gibi dünyayı güzelleştirmek içindir. İman kökünün verdiği çiçekler, yapraklar meyvelerdir güzel ahlak. Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” derken, çevresinde bulunan ve iman eden müminleri Allah’ın razı olacağı bir hayat tarzına, bir ahlak modeline göre yetiştirmeye çalışmıştı. Biz o yüzden sahabeye baktığımızda pırıl pırıl Müslümanlar görürüz. İmanı ile ahlakı bir insanlar onlar… Sizlerin de yarın içinde bulunduğunuz toplumlarda ve çevrelerde imanın ve ahlakın bir olduğu müminlerden olmanız için buradayız. Umarım size örnek olabiliyoruzdur. Allah bizi içi ve dışı bir olan, imanı ve ahlakı bütünleşen Müslümanlardan eylesin. İslam’ın buna ihtiyacı var. Örnek Müslümanlara ihtiyacı var.
Sözü Orhan Hoca almıştı. Ekrem Hocanın konuşmalarında iman ve ahlak kavramları hep bulunurdu. Ekrem Hoca, Müslümanların en çok da iman ve ahlak bütünleşmesini gerçekleştirmediğinden ötürü kaybettiğinden yakınır, bizlere de sürekli bunun önemini hatırlatırdı. Orhan Hoca, bizlerin ilerde birer irfan yolcusu olabilmemizin önemiyle başladı konuşmasına:
“Arkadaşlar, iman ve ahlak bütünleşmesinin bir sonraki adımı irfan yolculuğudur. İrfan, gönüldeki, kalpteki ilimdir. İrfana ders dinleyerek, sohbetlere katılarak ulaşılmaz. İrfana tefekkür ve zikirle ulaşılır. Kur’an’daki ayetlerin sonunda özellikle “hâlâ düşünmez misiniz, hâlâ akletmez misiniz?” soruları irfan yolculuğu içindir. Arifler, irfan yolculuğuna çıkanlardır. Hâlâ irfan yolculuğuna çıkmaz mısınız? der Kur’an bize. Bu ayetlerin sonlarındaki sorular insanı tefekküre, teakkule, tedebbüre, yaratılış gayesine, nereden ve niçin geldiğine, nereye gideceğine düşünmeye, sorumluluklarının bilincinde olmaya ve tüm yaratılan mahlûkata ibretle bakmaya sevk eder. Allah’ı daha iyi bilmek daha iyi hissetmek için emek vermek, irfan yolculuğuna çıkmak gerekir. Sönmeye yakın bir ateş düşünelim. Eğer harekete geçmezsek sönecek. Hoh, hoh derseniz ateş sönmeye devam eder. Ama huu, huu diye üflerseniz ateşi canlı tutarsanız, üstüne bir de odun taşırsanız ateş harlanır, daha güçlü yanar. İşte ateşi söndürmemek için hû, hû demek, yolda olmak ve yoldan ayrılmamak gerek. Hû, bu yönüyle evrenin bir nefesidir. Allah insanı yarattı ve ruhundan üfledi, isimleri öğretti. Sonra insana bir emanet yükledi. Nedir o emanet? Dağların taşıyamadığı bir emanetten bahsediyorum. Emanet, arz ve dağların dayanamayacakları derecede ağır, edası zor ve mesuliyeti büyük bir yüktür. Emanet o kadar geniş bir çerçevedir ki; insanın kendisi bile bir emanettir. İşte bizler böyle bir yükü yüklendik. Omzumuzda bu yüzden ağır bir yük var. Allah’ın yeryüzünde halifesi olması sebebiyle bu büyük mesuliyeti yüklendik. Dağların bu kadar azametine rağmen emaneti üslenmekten çekinmeleri, Rabbe karşı gelmek değil, emaneti yerine getirebilecek kabiliyetlerin olmamasındandır. İnsan ise, bu emaneti Allah’ın ona ihsan ettiği kabiliyeti sayesinde üstlenmiştir. Demek ki, emanetten asıl maksat, insanın kendisine verilmiş olan nihayetsiz kabiliyeti ile Rabbini tanıması, ona kul olması ve O’nun sıfat ve esmasına ayine olmasıdır. Kutsi bir hadiste Rabbimiz, “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım” buyurmuştur. Yani mümin kulum ile “bilindim” demiştir.
Orhan Hocayı dinlerken hayatın çok da kolay olmadığını hissederdik. Çünkü Orhan Hoca bize hep sorumluluklarımızı hatırlatır, ileride çok daha fazla bir sorumluluğun ve şimdiki anladığımızdan çok daha ağır bir yükün altında olacağımızın farkına varacağımızı belirtirdi. Orhan Hocaya göre kâinatta vazifesi olmayan hiçbir varlık yoktu. İnsan da kâinatın ortasında Rabbini bilmesi ve tanıması ile görevlendirilmişti. İnsana emredilen bütün ibadetler ve ona verilen maddî ve manevî bütün imkânlar da bu yönüyle bakıldığında birer emanetti. Orhan Hocaya göre eğer insan, kendisine verilen bu emanetleri Allah’ın rızasına uygun kullanır ve her bir azasını O’nun emrettiği şekilde kullanarak şükrünü eda ederse, emanete riayet etmiş olur ve cennete girmeye mazhar olurdu. Dolayısıyla hepimiz kendisine emanet edilenleri muhafaza edip etmediğinden ahiret gününde hesaba çekileceğiz. Tefekkür ve zikir, insanın emanete sahip çıkması için irfan yolculuğuna tutunması gereken iki önemli hayat damarı. Bu hayati damarlara tutunursak işimiz kolaylaşıyor, yükümüz hafifliyor. Çevremize baktığımızda bütün eşya ve insanla kaim olan her şey birer emanettir. En küçük zerreden en büyüğüne insanoğlunun hizmetine sunulmuş olan her şey bu çerçevenin içindedir. Orhan Hoca bize bu ağır yükümüzü hatırlatarak evlerimize gönderdi, Allah emanetini yüklenen kullardan kılsın bizleri, yükü altında ezilmeyen bilakis yükünün farkına vararak hafifleten müminlerden eylesin.