
Sorunun ortaya konulması
Yüce Rabbimiz, varlıkları kusursuz, sağlam, güzel yarattığını söylüyor ve varlıkları bu gözle incelememizi emrediyor. Biz ise yaptığımız incelemede bize kusurlu gelen pek çok duruma rastlıyoruz. İnsanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde kendi hemcinslerine göre farklı olanlar var. Mesela doğuştan gözleri görmeyen, el ve ayakları olmayan, bir el ya da ayağı diğerine göre kısa yahut yamuk olan, el ya da ayak parmakları eksik ya da fazla olan insanlar var. Yine hayvanlardan ve bitkilerden de aynı şekilde olanlar var. Bu durumda yaratılışın kusursuz olmasını nasıl anlamamız gerekir?
Kur’an ne diyor?
Önce Rabbimizin yaratılışa ve yaratılan varlıklara dair Kur’an’da söylediklerine bir bakalım:
1. “O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.” (Mülk, 3-4)
Bu âyette özellikle göklerde bir ahengin olduğu, bozukluğun bulunmadığı, bir bozukluk bulmak için ne kadar çaba sarfedilirse edilsin böyle bir şeye rastlanamayacağı belirtilmektedir.
2. “O, size şekil vermiş ve şekillerinizi de güzel yapmıştır.” (Mümin, 64)
Bu âyette insanın fiziksel yapısının güzel olduğu belirtilmekte, kusursuzluğa işaret edilmektedir.
3. “O ki yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır.” (Secde, 7)
Bu âyette herhangi bir ayrım yapılmaksızın Allah tarafından yaratılan varlıkların güzel yaratıldığı belirtilmiştir.
4. “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da yok.” (Kaf, 6) Bu âyet göklerin yaratılışının kusuzsuzluğunu vurgulamaktadır.
5. “Sen dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.” (Neml, 88)
Bu âyet Allah’ın sanatının sağlamlığına vurgu yaparak yaratılışın kusursuzluğunu ortaya koymaktadır.
Allah’ın varlığına ve birliğine, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna, Allah’ın sözünün mutlak doğru olduğuna inanan kimseler olarak yukarıdaki âyetler bize yaratılışın kusursuzluğunu söylüyor ama kendi gözlemlerimiz bize özellikle canlı varlıklar âleminde kusur gibi görülen durumların varlığını söylüyor. Bu durumu nasıl uzlaştıracağız?
Kur’an’ın yaratılışın kusursuz olduğu ifadesi ile bizim gözlemlerimiz arasında çelişki olabilir mi?
Dinin kat’î hükümleri ile akıl ve tecrübenin kat’î hükümleri arasında bir çatışma olmaz. Zira dini gönderen, kâinatı yaratan ve insana aklı veren Allah’tır. Kur’an, kâinat ve akıl arasında bir çelişki olması demek -hâşâ- Allah açısından âcizlik, hikmetsizlik anlamına gelir. Oysa Rabbimiz her türlü noksandan münezzehtir.
Akıl ve nakil [vahiy] arasında gerçekte bir çelişki olmaz ama yukarıda belirttiğimiz soruda olduğu gibi görünürde bir çelişki söz konusu olursa bu durumda şu iki şeye bakılır:
a) Naklin [Kur’an ve sünnetin] bize dosdoğru geldiğinden emin miyiz?
b) Aklımızın, deney ve gözlemlerimizin bize sunduğu bilginin doğru ve kesin olduğundan emin miyiz?
Kur’an’ın bize kadar hiç değiştirilmeden gelmiş olduğuna iman ettiğimize göre naklin gelişinde sorun yoktur. Akıl ve tecrübemiz de bize canlı varlıklarda kusur gibi görülen durumlar olduğunu kesin bir biçimde söylüyor. O halde yapılması gereken şey naklin tevil edilmesidir. Demek ki Kur’an âyetlerinden ilk anda anladığımız anlam doğru değil. Bu anlamı uygun bir yorumla yorumlamamız gerekir.
Şimdi bu usul kuralınca âyeti yorumlayan âlimlerimizin görüşlerine gelelim.
Kusursuz olan tüm varlıklar mı bazıları mı?
Yukarıdaki âyetleri tefsir eden bazı müfessirler, kusursuzluktan söz eden âyetlerde “göklerin ve yerin yaratılışı” gibi ifadelerin geçmesinden hareketle yaratılışta kusursuzluğun sadece göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre yeryüzündeki tek tek canlılar açısından bir kusursuzluk söz konusu değildir. Eğer bu görüşü esas alırsak canlılar âleminde bir takım hikmetler ve imtihan gereği kusurlu yaratılan varlıklar olabileceğini, bunun Allah’ın güç, kudret, hikmet ve sanatına bir noksanlık getirmeyeceğini de kabul etmiş oluruz.
Varlıklarda görülen güzelliğin kaynağı O’dur.
Bazı âlimlerimiz “O ki yarattığı her şeyi güzel yarattı” âyetini genel kapsamlı olarak kabul etmiş ve bütün varlıkların kusursuz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık bazı âlimlerimiz ise bu âyette bütün varlıkların kastedilmediğini, yaratılışında güzellik görülen varlıkların kastedildiğini belirtmişlerdir. Bunlara göre âyetin yorumu “güzel olarak yarattığı her şeyi güzelleştiren O’dur” şeklindedir. Yani, varlıklarda bir güzellik görülüyorsa bu, o varlığın kendisinden veya bir başkasından değil onu yaratan Allah’tan gelmektedir. O, güzel yarattığı için o varlık güzel olmuştur. Bir kelebeğin kanadında gördüğümüz simetri, tavus kuşunun kanatlarında gördüğümüz renkler, gülü kokladığımızda aldığımız güzel koku hep Yüce Allah’ın el-Cemîl isminin varlıklardaki tecellisidir.
Peki bize güzel gibi gelmeyen, daha doğrusu çirkin gibi gelen varlıklarda gözümüze çirkin, bozuk, eksik, kusurlu görünen hususların varlığı bir gerçek değil mi? Şayet bu gerçek ise Allah’ın yaratışının kusursuzluğu ile yaratılanlardaki bu kusurluluğu nasıl uzlaştıracağız?
Bu konuya ilişkin âlimlerimizin yaptığı açıklamaları aşağıda teker teker ele alacağız.
Varlıklarda kusur gibi görünen durumlar kusursuzluğun Allah’a özgü olduğunu göstermek içindir.
Varlık âleminde kusursuz olan tek varlık Kuddûs olan Allah’tır. Kuddûs, her türlü kusurdan uzak bulunan varlık demektir. Rabbimiz, her türlü kusurdan münezzeh tek varlık olduğunu göstermek üzere her bir varlık türünde kusurlu olan fertler yaratmıştır. Şu halde bazı fertlerde görülen kusur –hâşâ- Rabbimizin kusursuz yaratmaya gücü yetmediğinden değildir. Bütün insanlar kusursuz olsa veya bir insan, doğumundan ölümüne kadar hep bedenen sağlam, kusursuz kalsa o zaman kendisini Rabbine karşı ihtiyaçsız görür. O’na boyun eğme, itaat etme, yalvarma, ibadet etme gibi şeylerden yüz çevirebilir. Oysa insan, hem yaratılışta hem de daha sonrasında kusurlu olabileceğini, başına her an bir durumun gelebileceğini düşündüğünde kendisinin zayıf ve âciz olduğunu, tek kusursuz varlığın Allah olduğunu yakinen kavrar.
Rabbimiz, “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise ihtiyaçsız olan ve sınırsız zenginlik sahibi olandır” (Fâtır, 15) buyurarak insanların muhtaçlığını vurgulamaktadır.
Kusur gibi görünen durumlar Allah’ın isimlerinin tecelli etmesi içindir.
Allah’ın bazı isim ve sıfatları birbirinin mukabili olan anlamlar taşımaktadır. Mesela el-Muhyî ismi “varlıklara hayat verip onları dirilten” anlamını taşırken buna mukabil “el-Mümît” ismi “varlıkların canını alıp onları öldüren” anlamı taşımaktadır. el-Muizz ismi “varlıkları yücelten, onurlandıran, şeref bahşeden” anlamına gelirken el-Müzill ismi “bazı varlıkları zelil kılan, alçaltan” demektir. Bu kâinat bir bakıma Rabbimizin bu isim ve sıfatlarının aynası hükmünde olup varlıklar üzerinde söz konusu isim ve sıfatların parıltıları tecelli etmektedir. Doğan her bir canlı “el-Muhyî” adını yansıtırken, vefat eden her bir insanda, can veren her bir hayvanda, kuruyup solan her bir bitkide “el-Mümît” adı tecelli etmektedir.
Rabbimizin bu şekildeki mukabil isimleri arasında yer alan “en-Nâfi” ismi “varlıklara menfaat ve yarar sağlayan” anlamına gelirken bunun mukabili olan “ed-Dârr” ismi “imtihan gereği zararlı şeyleri yaratan” anlamına gelmektedir. Şu halde bu ismin tecelli edeceği varlıklar ve durumlar da olmalıdır. İşte bu kâinatta bize kötülük gibi gelen durumlar Allah’ın bu isminin bir tecellisi olabilir.
Varlıklar ancak zıtlarıyla bilinebilir.
Varlıklar ancak zıtları olduğunda bilinebilir. Gece olmasa gündüz bilinemez. Sıcak olmasa soğuk bilinemez, Kış olmasa yaz bilinemez. Rabbimiz bu sebeple bütün varlıkları çiftler halinde yaratmıştır. Nitekim bir âyette bu durum şu şekilde belirtilir:
“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.” (Yasin, 36)
Eğer çirkinlik ve kusurluluk yaratılmamış olsaydı güzellik ve kusursuzluk bilinemezdi. Çürük elma olmasaydı sağlam elmanın değeri bilinmezdi. Diken olmasaydı gülün kıymeti anlaşılmazdı. Hastalık olmasaydı sağlığın ne derece önemli olduğu takdir edilmezdi. Bu sebeple Allah, varlıkları çiftler halinde yaratmıştır.
Bizim kusur zannettiğimiz şeyler öyle olmayabilir.
Bizim kusur, eksiklik ve çirkinlik gibi gördüğümüz şeyler yaratılanlara nispetle olup Yaratıcıya veya yaratma fiiline ait değildir. Yaratıcının bu şekilde yaratmasında bizim bilmediğimiz nice hikmetler olduğundan O’nun açısından kusursuzluk söz konusu olduğu halde bizim açımızdan bir kusurluluk durumu söz konusudur.
Allah’ın gülün altında diken yaratması O’nun sanatı açısından kusursuzdur. Biz ise dikenin elimize batmasından hareketle bunu bir kusur gibi görüyoruz. Oysa dikenin yaratılmasının bizim bilemediğimiz nice hikmetleri vardır.
Bir belgesel seyrederken vahşi bir aslanın bir ceylan yavrusuna saldırıp onu parçalaması yüreğimizi incitir. Bir an varlık âleminde böyle bir duruma şahit olduğumuza üzülür ve bunu bir kusur gibi görebiliriz. Oysa bu durum, evrendeki hassas dengenin bir sonucu olup nice hikmetleri barındırmaktadır.
Kur’an’da Hz. Musa ile Hızır arasında geçen yolculuk bu konuda son derece ibret vericidir. Bu kıssanın en can alıcı mesajı şudur: Varlık âleminde ilk bakışta kusur, bozukluk gibi görünen durumların perde arkasında bambaşka durumlar olabilir.
Bu durum sadece varlık âlemindeki olaylara özgü olmayıp Allah’ın emir ve yasaklarında da aynı durum söz konusudur. Bazen bizim hoşumuza gitmeyen bir şey bizim yararımıza olabileceği gibi hoşumuza giden bir şey bizim için kötü bir sonuç doğurabilir.
Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)
Kusursuz olan fertler değil türlerdir.
Allah’ın kastettiği kusursuzluk canlıların kendi türlerindeki kusursuzluk olup her bir ferdin kusursuzluğu değildir. Yani bir tür olarak “insan” fiziksel, biyolojik, ruhî özellikleriyle kusursuzdur. Ama her bir insan ferdi için bu söylenemez. İnsan fertleri içinde fiziksel, biyolojik yahut ruhî özellikleri kusurlu olanlar bulunabilir. Aynı şeyi diğer canlı türleri için de söyleyebiliriz. Mesela bir tür olarak “elma” kusursuz olarak yaratılmıştır. Bununla birlikte bu türe dahil somut elmalar içinden tipi yamuk olan, çürük olan, tadı bozuk olanlar olabilir. Bu durum elmanın mükemmel bir meyve olduğu gerçeğini değiştirmez. Birer tür olarak “yarasa”, “arı”, “karınca”, “aslan” mükemmel ve kusursuz bir yaratılışa sahiptir. Bununla birlikte bazı yarasaların radar sistemleri bozuk olabilir. Bazı bal arıları bal yapamayabilir. Bu durum türün mükemmelliğine engel teşkil etmez.
Kusur gibi görünen durumlar birer imtihan sebebidir.
Allah, insanları imtihan etmek üzere insanları beden, sıhhat, görüntü, maddî imkân, ırk vb. hususlar bakımından birbirinden farklı yaratmıştır. Bedeninde bir kusur bulunan, hasta olan, maddî imkânları kısıtlı olanlar sabırla bedeni sağlam olan, sağlıklı olan ve maddî imkânı yerinde olanlar da şükürle imtihan olmaktadır. Herkesin imtihan şartlarının birbirinden farklı olması Allah’ın istek ve iradesinin sonucudur.
Bir insanın sağlıklı, güzel görünümlü ve zengin olması onun bu nimetler için şükredip etmeyeceğinin sınanması içindir. Buna karşılık bir kimsenin hasta, çirkin görünümlü ve fakir olması onun bu durumlar karşısında sabredip etmeyeceğinin sınanması içindir.
Bu imtihan, sadece kusur olarak algılanan niteliğe sahip olan kişiler açısından değil onların yanında bulunanlar açısından da bir imtihandır. Gözleri görmeyen bir kimse bu yönüyle bir imtihandan geçtiği gibi onun yakını olan şahıs da bir imtihandan geçmektedir.
Allah Resûlü (s.a.v.) hayatta karşılaştığımız her durumun bir imtihan olduğunu ve bu imtihanda şuurlu müminlerin her halükârda hayırlı sonuçlar elde edeceğini şu sözleriyle belirtmiştir:
“Mümin kimsenin hayret edilecek bir durumu vardır. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır. Bu müminden başka hiç kimse için söz konusu değildir. Kendisine bir iyilik isabet ederse verdiği nimetten dolayı Allah’a şükreder. İşte bu, onun için bir hayır olur. Bir sıkıntı isabet ederse buna karşı sabreder. Bu da onun için bir hayır olur.” (Müslim, ez-Zühd ve’r-rekâik, 64)
Bilemediğimiz nice hikmetler var.
Son olarak şunu belirtmek gerekir:
Nasıl ki biz Rabbimizin zâtını ve sıfatlarını tam anlamıyla bilemiyor ve kuşatamıyor isek O’nun fiillerindeki hikmetleri de bütün boyutlarıyla kuşatmamız mümkün değildir. Bununla birlikte O’nun her işini hikmet üzere, en güzel ve sağlam şekilde yaptığına iman ediyoruz. Biz, hikmetini kavrayamasak da O’nun fiillerinin güzel olduğuna iman ediyoruz. Bu yönüyle imanımız da sınanmaktadır. Nitekim Kur’an’da yer alan Hz. Musa ile Hızır arasındaki kıssa, bu âlemde meydana gelen olaylar içinde kötü, çirkin, uygunsuz, “saçma” gibi görünen olayların ardında bizim hiç de aklımıza gelmeyen nice hikmetler olduğunu göstermektedir. Allah’ın kendilerine hikmet bahşettiği kişiler, başka insanların bilemediği ve bulamadığı bir takım hikmetleri keşfedebilirler. “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet bahşederse ona büyük bir lütufta bulunmuş olur.” (Bakara, 269)
Bizim, hikmetini kavrayabildiğimiz ya da kavrayamadığımız olaylar karşısındaki tavrımız, ilimde kökleşmiş olanların, Kur’an’daki muhkem ve müteşabih âyetler karşısındaki şu tavrı gibidir:
“İlimde yüksek pâyeye erişenler şöyle derler: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır. (Bu inceliği) Ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (Onlar şöyle yakarırlar) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.”
Rabbimiz aklımıza hikmet, gözümüze ibret, gönlümüze muhabbet nasib eylesin.