
Turgay Bakırtaş
İnsanlık tarihini göz önüne alırsanız “daha iyiye” ya da “daha kötüye” gittiğimizi iddia edemezsiniz. Dönemsel olarak belli durumlarda sıkışıp kalınsa bile bütünde hep bir denge mevcut; iyilik ve kötülük, ahlak ve çöküntü, merhamet ve zulüm hep bir aradaydı.
“Televizyon çocukların beynini yıkıyor, gelenek tarihe karıştı, eğitim perişan, ahlaken çöktük, gençler yoldan çıktı, internet zehir saçıyor, teknolojinin kölesi oldular, annelik değersizleşti, öldük, bittik, yandık!”
Yeni nesle acımadığınız günlerin akşamında dayak yiyorsunuz sanırım; yaşadığımız çağı yalnızca gri-siyah renklerle tasvir eden biteviye sızlanmalara başka bir açıklama getiremiyorum. Geçmişi cennet, geleceği kıyamet zannediyorsunuz; çocuklara, gençlere ve onların yetiştirilme tarzlarına asık suratla bakıyor, memnuniyetsizliğinizle moral bozuyorsunuz.
Size bir müjde vereyim mi? Yalnız değilsiniz. Üç bin yıl önce Atina’da da, iki bin yıl önce Çin’de de, bin yıl önce Bağdat’ta da en az sizin kadar karamsarlar vardı. Bin yıl sonra Hindistan’da, iki bin yıl sonra Roma’da, üç bin yıl sonra Şili’de olacağı gibi. Siz, tarihin başlangıcından beri, sarıldığı inancı asla bırakmayan, ona imanını yitirmeyen, gruplara bölünmeyen, ihtilafa düşmeyen tek topluluksunuz.
Bu sarsılmaz iradenizi takdir ediyorum. Ama keşke yıllar içinde kendi kendini çürüten bir fikri bu kadar saplantı haline getirmeseydiniz. Keşke iki dakika durup düşünerek “Acaba yanılıyor olabilir miyim?” diye içsel bir muhasebeye girişseydiniz. Keşke gençlik yıllarınızda sizin için de “çok bozuldular çok” diye yazıklanan büyüklerinizi hatırlasaydınız.
Kim Ahlaklı Kim Ahlaksız?
İddialarınızı konuşalım mı biraz? Bir numaralı teziniz olan “ahlakın gençler arasında yok olup gidişinden” başlayalım. Size göre, ahlaksızlık hiçbir zaman olmadığı kadar yaygınlaştı. İyi ama ahlak nedir? Yok olup gittiğini söylediğiniz şeyin tanımından haberiniz var mı?
Nesnel olmak adına lügate bakalım: Kubbealtı Sözlüğü, ahlakın üç farklı anlamını vermiş. Birincisi, “İnsandaki iyi veya kötü huylar, tabiat.” İkincisi, “İyi huylar, insanı manen yükselten iyi tabiatlar, faziletler.” Üçüncüsü de “Bir toplumda kişilerin davranışlarını düzenleyen ve herkesin uyması gereken kurallar.”
Bu tanımları dikkate aldığımda, yaşını başını almış olmasına rağmen “ahlaksız” diyebileceğim çok sayıda insanla karşılaştığım geliyor aklıma. Mesela geçenlerde Fatih Camii avlusunda bir adamın boğazını gürültüyle temizleyip yere tükürmesine şahit oldum. Genç değildi, çocuk da değildi; baya baya “eski toprak” biriydi. Mesela postanede sıra beklerken altmış yaşlarında bir kadının iki büklüm inleyerek içeri girip en öne geçtiğini, parasını aldıktan sonra bir anda “iyileşip” uçarcasına gözden kaybolduğunu gördüm. Yalan değil, gözümün önünde oldu. Mesela yaya geçidindeyken arabasını üzerime süren “yetişkin” sayısını bilmiyorum bile. Mesela Müge Anlı’nın programında türlü rezilliklerine şahit olduğumuz ailelerin yeni nesil olmadığı aşikâr. Mesela yakın zamanda haberlerde gördüğüm, insanların dini duygularını sömürerek akıl almaz paralar götüren dolandırıcı en az elli yaşındaydı. Mesela iki yıl önce benden epey büyük bir iş arkadaşım ağzımdan çıkmayan bir sözü “kulağıyla duyduğunu” iddia ederek kavga başlatmıştı.
Mahallede Büyüyen Müteahhit
Bunlar kişisel tanıklıklarımın bir kısmı sadece. Babama sorsam iki katını anlatır. Anneanneme sorsam üç katını anlatır! Köyde yarım metrelik sınır için birbiriyle kavga eden ve yirmi yıldır konuşmayan kardeşlerden bahseder örneğin, onay vermediği bir adamla evlendi diye ölene kadar kızıyla konuşmayan babayı hatırlatır. Ve öyle detaylar verir ki işi gücü bırakıp “eskilere” bela okumaya başlarsınız.
Gelelim iki numaralı tezinize: “İnternetin kölesi oldular, doğayı tanımıyorlar, mahalle kültürü kalmadı!” Doğayı kim tanıyor? Köyden çıkıp gelen, ormanlarda gezen, hayvancılık yapanlar diyelim hadi. Peki doğayı kim mahvediyor? Ege’nin ve Akdeniz’in en güzel kıyılarında ormanları yakıp otel diken 18 yaşında bir müteahhit gördünüz mü hiç? 22 yaşında belediye başkanı olup da çocuk parkı yapılması gereken yere AVM ruhsatı veren birini tanıyor musunuz? Otuz katlı yüz yirmi daireli korkunç binaları inşa edenler bir zamanların sıcacık mahalle ortamlarında top koşturmadı mı? Vaktiyle fakirlik yüzünden oyuncağı bile olmamış kimi çocukların büyüyüp bir şekilde zengin olduktan sonra gösteriş budalasına dönüşmesine masallarda mı rastlıyorsunuz?
Genellemenin Dayanılmaz Cazibesi
Daha eski zamanlara gidip daha can sıkıcı örnekler koyabilirim önünüze. İnsanların sırf sağcı ya da solcu olduğu için öldürüldüğü günler de yaşadık, bir mahkûma işkence yaptıktan sonra evine gelip çocuğunun başını okşayan gardiyanlar da gördük. Hiçbiri bunları “internetin kölesi olduğu için” yapmadı; hiç televizyon izlemeyenler de vardı aralarında, evinde telefonu bile olmayanlar da. Demek ki mahalleyle, teknolojiyle, GDO’lu gıdayla hiç ilgisi yok bazı şeylerin.
Genelleme yaptığımı, “daha iyi zamanlarda yaşadığımızı” iddia ettiğimi sanmayın. Sizin düştüğünüz hataya düşmeyeceğim. Çünkü evet, internet yüzünden gerçekten de can sıkıcı bireysel ve toplumsal arızalar baş gösterdi. Evet, şehirlerin giderek beton yığınlarına dönüşmesi gelecek adına hiç de umut vermiyor. Evet, yediğimiz birçok gıdanın içeriğinde sağlığımızı tehdit eden unsurlar var. Evet, kuşaklar değiştikçe ev hanımlığıyla özdeşleşen annelik kavramı yavaş yavaş yok oluyor. Ama tüm bunlar, iyi idare edildiği takdirde birer avantaja dönüşebilecek unsurlar. Nitekim dönüşüyorlar da. Ortalama insan ömrü giderek uzuyor, bir dönem kitlesel ölümlere yol açan birçok hastalık ya yok oldu ya da rahatlıkla kontrol edilebilir hale geldi, dünyanın en ücra köşelerinde neler olup bittiğini anında öğrenebiliyoruz, farklı kültürleri ve insanları tanımak tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kolay, bilgiye ulaşmak için büyük zahmetleri göze almak zorunda değiliz.
Özetle, insanlık tarihini göz önüne alırsanız “daha iyiye” ya da “daha kötüye” gittiğimizi iddia edemezsiniz. Dönemsel olarak belli durumlarda sıkışıp kalınsa bile bütünde hep bir denge mevcut; iyilik ve kötülük, ahlak ve çöküntü, merhamet ve zulüm hep bir aradaydı.
Sende Olmayan Çocuğunda da Olmaz
Eğer yıkılmayacak gibi görünen kötümserliğinizde ufacık da olsa bir çatlak oluştuysa tavsiyelerime kulak verin. Çocuğunuz tableti elinden düşürmüyor mu? Demek ki onunla yeterince vakit geçirmiyorsunuz. İnsanlığa katkınız olsun istiyorsanız çocuğunuzu sık sık dışarı çıkarın, korulara götürün, hayvanat bahçelerini gezdirin, birlikte sinemaya gidin, vapura binin, tarihi çarşılarda dolaşın, beraber yemek yapın. Yahut o tabletler için tasarlanmış harika eğitici/öğretici programlara yönlendirin ki erken yaşta çizim kabiliyeti gelişsin, müzik kulağı oluşsun, yabancı dil öğrensin. Çocuğunuz ahlaklı mı yetişsin istiyorsunuz? Sizden daha etkili bir rol modeli olmayacak asla. Öyleyse sağa sola tükürmeyin, yere çöp atmayın, yalan söylemeyin, kamusal düzeni bozmayın, trafik magandalığı yapmayın, gülümseyin, sokak hayvanlarıyla ilgilenin, şükredin, teşekkür edin, israftan kaçının, çiçek yetiştirin, spor yapın, kitap okuyun.
Unutmayın, kendi haline bıraktığınız hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkınız yok. Büyük değişimlerin hayalini kuruyorsanız, işe hayatınızda küçük değişimler yaparak başlayın.