
Köpek
İs. Pek çok cinsi olan, iyi koku alan, sadık hayvan.
-Bütün kitaplara, bütün vasıtalara, bütün doğum ve cenazelere geç kaldın! Bütün bu geç kalışlar ayağının dibindeki boşluğa yetişmek için miydi?
-Ah efendim, ben…
-Kargalar toprağı göstermiş. İki tık tık yetmiş doğrusu Kabil’e. A çocuk bu kadar anlayışlıydın da neden kıydın kardeşine diye sormamış kargalar. Biz de mi sormayalım sana?
-Ah efendim…
-Arkasında kötülük vardır diye bütün iyilikleri reddetmedin mi sen, böylece arkasında iyilik olan bir kötülük yapmış olmadın mı?
-Ah benim güzel efendim, ben…
-”Teberri olmadan tevelli olmaz” demişler. Uzaklaşmadan yakınlaşılmaz. Reddetmek ayrı uzaklaşmak ayrı. Tutmuş ikisini birbirine katmışsın sen. Kötülüğü reddetmişsin ama ondan uzaklaşmamışsın.
-Ah benim efendim ben… -Bugün bir öfkeye gençliğini veren, yaşlanınca öfkeye ömrümü kaptırmışım meğer diye hayıflanmaz mı?
-Ah efendim öyle de, ben…
-Bir hatayı benzer bir hata yapmayarak da telafi edebilirsin. Sen aynı hatalara serçeler gibi inip inip çıkıyorsun
. -Ben öyle efendim…
-Neden onca siteme rağmen gelip duruyorsun? Neden hâlâ buradasın?
-Ah efendim ben, çünkü.. -Söyle, söyle…
-Ah efendim, ben... Yöneldiğim her kapıda bir köpekle karşılaşınca, kendiliğinden açılan kapının köpeği oldum efendim.
Pazarlık
İs. Tarafların kendilerince elverişli olanı karşısındakine kabul ettirme görüşmesi.
Bir bilim kurgu filmi olan Dr. Strange’i pek de iyi bir film olmadığını düşüne düşüne izlemiştim. Filmi izleyip bitirmek ile yarıda bırakıp başka bir film açmak arasında kararsızken birden o sahne gelip çatmıştı. Beni oturduğum yere mıhlayan o sahne… Dr. Strange karanlık güç ile kozlarını paylaşmaya gitmişti ve “Dormammu? Pazarlığa geldim” diyerek karşısına dikiliyordu. Dormammu “Sen ölmeye gelmişsin!” diyerek onu yok ediyor, geçmişe dönme gücüne sahip olan Dr. Strange ölmeden iki saniye öncesine geri gidiyor ve yeniden karanlık gücün karşısına dikilip “Dormammu? Pazarlığa geldim” diyordu. Bu kez başka bir şekilde öldürülüyor, yeniden iki saniye öncesine dönüp pazarlığa geliyordu. Yok olma ve yeniden pazarlığa gelme. Bu sahne bu şekilde karanlık gücü bıktırana kadar devam etti. Dormammu bu sonsuz döngüde sıkışıp kaldı. Bu bitmeyen yenilgi ve bitmeyen yeniden başlangıç insana çok şey fısıldıyor aslında. Hatta “yenilgi yenilgi büyüyen zafer yoksa bu mudur?” diyor insan. Tövbe edip bozup, tövbe edip bozup, yeniden tövbe etmek? Düştüğün yerden kalkmak?
İkram
İs. Ağırlamak
Anadolu halkı misafirperver olma özelliği ile ün yapmıştır. Aslında misafirden ziyade söze ev sahipliği yapmakla meşhurdur insanlarımız. Misafirperver dedikleri annelerimiz/ninelerimiz, misafirin ağzından çıkacak bir çift sözü işitmek adına çay demler, sofra kurar, gül suyu tutardı. Misafirin koynunda taşıdığı, geldiği sohbet halkalarında bellediği, bir büyüğün nazarıyla sınadığı sözedir asıl ikram. Dişinden tırnağından sıyırıp neyi varsa misafirin değil sözün önüne koyardı ev sahibi. Köye, mahalleye gelen her yabancı, uzaklardan koşarak gelen adama bir misaldi. Başka diyarlardan gelen Mevlana Hazretleri, Şems Hazretleri ve diğer büyük alimlere o sözün hatırına kucak açan dedelerin torunlarıyız.
Üstad
İs. Üstün bilgisi ve yeteneği olan kimse.
İki arkadaşın bir köye yolları düşmüş. Caminin imamı kendilerini karşılamış. Ağırlamış, samimiyet göstermiş, hatta kendilerini evlerinde hissetsinler diye ardı ardına fıkralar anlatmış. İki arkadaş ilgiden memnun olmuş, fıkralara da çokça gülmüşler. Ertesi gün Cuma namazı için camiye gittiklerinde bir gün önce kendilerine fıkralar anlatan imamı ciddi ciddi vaaz verirken görmüşler. İki arkadaş dünkü fıkraların etkisi ile ne vaaza ne namaza konsantre olabilmişler, biri gülmemek için kendini sıkmış, diğeri arkadaşı gülmesin diye dirsek atmış, namazın sonunu getiremeden kendilerini dışarıya atıp kahkahaları koyuvermişler :) Bu hikâye meselenin ciddiyetini ortaya koyuyor aslında. Toplumda baş, müdür, önder, yol gösterici, hoca yahut öğretmen olan insanların özel hayatı ile toplumdaki konumunu ayrı tutma gibi bir lükslerinin kalmadığını fısıldıyor. Üst basamaklara tırmandıkça keyfilik yerini sorumluluğa bırakır. Hermann Hesse’nin Boncuk Oyunu romanında yazarın dönüp dönüp vurguladığı ve tekrar ettiği bir söz vardır “Bir üstad ne yaparsa yapsın yaptıkları her zaman kişisellikten daha fazla bir şeydir.” Bu uyarı öncü olma fırsatını yakalamış her bireyin aklının bir köşesinde durmalıdır.
Ölçü
İs. Oranlayarak değerlendirme, mizan, değer, itibar.
Sevgililer gününü bahane ederek feminist dernekler çeşitli sloganlarla eşcinselliği övmeye devam etti. Eşcinselliği övmeyen ama diğer taraftan bunu bir hak olarak gören insanlar da vardı. Bazıları için insanın tek ölçüsü insandır. İnsanı baz alan eksik ve kusurlu yaratılmış olanı baz aldığı için işin içinden çıkamaz çoğu zaman. Sonuçlar üzerinden bir hak ve hürriyet arayışına girer. Oysa bu konu Lut kavminden bu yana güncelliğini koruyan bir konudur, taraf olmaktan, hak iade etmekten, savunmaktan ziyade suç ve günah oluşmadan fikirde ve süreçte bunu çözümlemektir müminin asıl işi.
Kırgınlık
İs. Gücenme, kırgın olma.
İnsanlar tarafından sevildiğini zanneden biri, sevilmediğini hisseden birinden daha fazla kırgınlık yaşar. Biri sevgisizlikle hiç yüzleşmemiştir, diğeri ise sürekli yüzleşme halindedir. Filozoflar insanın acı karşısında iki tutum geliştirdiğinden bahsederler. Acı; ya var olan düzenin önünde büyük bir engel olarak durur, böylece acıda yaşamaya başlar insan ya da acı, ara sıra çelme takarak hayatı aksatır, böylece acı ile yaşamaya başlar insan. Acıda yaşamak veya acı ile yaşamak. Sevildiğini zannederek yaşayan kişi de bu açıdan hiç yüz yüze gelmemiştir acı ile. Kendisinden ilk defa yüz çevrildiğinde ise büyük bir düşüş yaşar ve acının elamanı olur. Sevilmediğini hissedenler ise sürekli kalplerini onarma ve düzeltme yoluna girerler, acı da onlara eşlik eden bir elemana dönüşür. Bizden eksiltilen ile hangi yarım tarafımız tamamlanacak? Belki de bu soru hayatta pek çok zorluğun üstesinden gelmemizi sağlayacak olan sorudur.
Hatıra
İs. Yadigar, andaç.
Anneler bazen geçmişten bir hatırayı bulup çıkarırlar. Sevinçle karşılarız. O hatıraya -kitap, resim, saat, toka vs.- dokunduğumuz o ilk andaki heyecanımız, sevincimiz o kadar gerçek ve o kadar büyüktür ki biz de onu saklayıp ileride çocuklarımıza göstermek isteriz. Böylece nesilden nesle ilerleyen bir yürüyüş başlamış olur. Aslında nesilden nesle ilerleyen bir kolye, bir resim, bir eşya değildir, o ilk sevinçtir. O ilk sevinci muhafaza edebilme gayretidir. Özellikle günümüzde nesnelere markası ve fiyatı üzerinden anlamlar yüklemeye çalışanlar çoğaldı, değerli olanın ne olduğuna dair o kadar çok dayatma var ki hatırası olan eşyalar bir bir çöpe bırakılıyor. Evimizde çocuklarımızın çocuklarına bırakacağı bir hatıra, bir ilk sevinç olmalı mutlaka, manevi değeri ve kendi içinde saklı anlamıyla bu yozlaşmış yağlı suyu dağıtacak saf bir damla olmalı.