
Duvar
İs. Bir yeri sınırlayan taş tuğla gibi nesnelerden oluşan, eni yüksekliği cinsi değişebilen engel.
İkisinin bahçesi de kuraktı, her yer toz dumandı. Toprakla ne yapılırsa onu yaptılar. Bebeğin kundağına sardılar, kapları ovdular, ısıtıp ağrıyan dizlerine bağladılar. Kurak toprak ikisinin yazgısını da eşitliyordu. Lakin iki bahçenin arasında duvar vardı. Kemik gibi sert, mezar taşı gibi katı. Takas, değişim, erzak temini, merak, dinleyici aramak ya da sadece dinlemek gibi pek çok unsur zamanla duvarın aşınmasına sebep oldu. Beton, yeri daraltırdı; söz, yeri genişletirdi. Şurayı yıkalım, şurayı sökelim, şunu çıkaralım derken elbirliği ile duvarı yıktılar. Gel zaman git zaman bir tohum düştü toprağa. Tohum çatladı. Yeşerdi. Tohumdan tarafta olan adam su döküp, arık açarak, çapa yapıp toprağı havalandırarak sahiplendi bu küçük yeşilliği. Derken yeşil yeşile eklendi, meyveler sarktı. Yaprak söyledi, kuş söyledi, bağ kendi muhabbetini taşıdı sırtında. Dallar birbirine geçti, boy boy yeşerdi, birbirini aşmayan yeşil basamaklar oluştu. Hatıralardan eski sınır çıkıp geldi. İki adam eski sınırı eski yerine bakışlarıyla teyelledi. Beriki adam omurgayı yoklar gibi, kemiği arar gibi, mezar taşını ölmeden önce diker gibi yeşilliğin bittiği yeri duvar bildi. Muhabbet azalınca haset dostluğu kemirince duvar taşla değil gözlerle de örülürdü…
Anlam
İs. Bir sözden sözcükten sembolden davranıştan anlaşılan…
Bu hafta farklı tarzlarda romanlar okudum. Okuduğum romanların genelinin özeti şu şekildeydi: 40 yaş civarı karakterlerin evlilikten sıkılması ve yeni cinsel arayışları. Hormonların içinde anlamın bilinçli bir şekilde kaybedildiğini, eritildiğini görüyoruz bu tür romanlarda. Oysa yazar anlamı hormonların içinden çıkarmakla, kaybolanı bulmakla sorumludur. Elbette ki okuyucu roman karakterlerinin ellerini ödünç alır ve kendi yaralarını yoklamaya vesile kılar. Lakin yazarın hayatı indirgediği yere okuyucu hayatını indirgemek zorunda değildir. Evliliğin aşkı öldürdüğünü, yavan ve sıkıcı kıldığını vurgular bu tür romanlar. Oysa evliliği sorunlu hale getiren sadece aşksızlık değil başka ulvi duyguların da eksikliğidir. Evlilik bu ulvi duyguların eksikliği yüzünden çıtırdar. Karşı cinsi ‘ideal’ bir aşk nesnesine indirgemeden de ‘birlikte yürüyüşlerin’ ulvileşebileceğine olan inancımızı neden elimizden almak istiyor bu romanlar? Üzerinde düşünmek gerekiyor.
Basmakalıp
Sf. Özgünlüğü olmayan, bilineni tekrarlayan…
Cemal Şakar’ın Bir Hayat Bir Hikâye programını elimden geldiğince izlemeye çalışırım. Bir programında konuğu kendisine soru soran lise talebesine “Cevabı dinlemeyeceksen neden soru soruyorsun?” diye çıkışmıştı. Elbette dinlemek ve saygı göstermek gerekir yazara. Lakin çocuğun neden böyle davrandığını izah etmek gerekiyor. Çocuk bir soru sordu ve cevabını dinlemedi çünkü kendi sorusunu sormadı. Edebiyat hocalarının programa gelmeden önce dağıttığı sorulardan bahtına ne düşmüşse onu sordu. Merak ettiği soruyu değil olması gereken basmakalıp sorulardan birini sordu. Oysa çocuklar içlerinden ne geçiyorsa onu sormalılar. Bu soru hangi takımı tutuyorsunuz da olabilir, ilk aşkınız kimdi de olabilir. Niye karışıyoruz. Zaten söze hâkim iyi bir yazar o sorudan yola çıkıp kelimeleri istediği mecraya taşıyacaktır.
Taşra
İs. (ta’şra) Bir ülkenin başkenti veya önemli şehirleri dışındaki her yer.
Ankara, Cumhuriyet sonrası merkez olmuş ve onun ötesindeki her yer taşra kabul edilmişti. Zamanla her şehrin ötesine taşra denmeye başlandı. Bugün ise gençler AVM’lerin dışını taşra olarak kabul ediyorlar. Lüks tüketim, marka ve aynı tarz davranışların olduğu her yeri merkezi kılan bir dayatma ile büyüdüler çünkü. Oysa bize göre sadece iyiliğin ve hakikatin olduğu yer merkezîdir. Kıyıda kalan, uçlarda savrulan, listelerin sonunda, seçimlerin dışında olanlar da bulundukları yeri merkezi kılmak zorundadır. Bu bir köy okulu da olabilir, bin bir güçlükle çıkan bir fanzin de olabilir.
Çağrı
İs. Birinin bir yere gelmesini isteme, davet.
“İnsanları hala çağırabilmem gerek beni kurtarabilecek olan tüm seslerle” der, I. Bachmann. Tüm sesler nelerdir diye düşündüm. Şu klasik sesler mi? Su sesi, para sesi, kadın sesi, anne sesi mi? Yoksa kendi seslerimizle mi? Bebeklik sesimiz, yaşlılık sesimiz, gençlik sesimiz. Kendi seslerimizle çağırabilmemiz için kendi seslerimizi duymamız gerekir. Kendi sesimizi duymak için ise kendimizle konuşmamız gerekir. Bir psikolog çocukluğumuzdaki sesi bulunca sorunları çözmeye başlamaz mı? Ölüm temrini yapan bir mutasavvıf ölüm yatağında yaşlı vücuduna bir anlık bürünür ve o yaşlı sesi ile yalvarmaz mı? Öyleyse davana, derdine önce kendi çocukluğunu, gençliğini ve ihtiyarlığını çağır, onların sesini dinle ve önce onları ikna et…
Şiirimsi
Sf. Şiiri andıran, şiire benzeyen.
Şair Eren Safi’ye göre ülkemizdeki şiir okuyucusu 7-8 bin civarı. Kaba bir hesap yaptım. Bu 7-8 bin kişinin 5 bini şiiri düz yazıdan ayırsa, 2 bini şiiri şiirimsiden ayırsa, 5 yüzü okuduğu şiiri anlasa, 50si okuduğu şiir ile hayatını değiştirse evet geriye 7-8 bin şiir okuyucusu kalır. Çünkü her şiir okuyucusu kendisini bu aşamaları geçmiş kabul eder ve kendisini o 50 kişinin içinde sayar:)
Sınır
İs. Bir şeyin sona erdiği nokta, bitim.
Genelde yazmak sınırsızlığı, özgürlüğü çağrıştırır. Oysa sınırlarınız sizi “bir ağaç gölgesi” özgürlüğüne yaklaştırır çoğu zaman. Peygamber efendimiz bir yere vardığında çadırların etrafına bir çember çizer ve “Ey yılanlar, çıyanlar, akrepler biz yarın gideceğiz siz bize, biz size zarar vermeyelim” buyururlarmış. Yine ayakkabılarımızı çıkarıp evlerimize girmemiz sınırları gözetmemizden kaynaklanır. Hz Musa’nın rabbinin huzuruna yürürken çıkardığı iki çarığını “mal ve evlat” sevgisi olarak yorumlar müfessirler. Sevgiye sınır çizerler. Karanlık ve aydınlık arasındaki sınır ise bize haddimizi hatırlatır. Dilenseydi keskin bir ışık ile en kuytu yerler, köşeler, mağaralar aydınlatılabilir, şeffaf ve geçirgen olabilirdi her şey. Sınırlar imtihandır. En çok da yazarlar için. Kuytulara girmek, geceye dokunmak, kuyulara düşmek, bodrumlara yaklaşmak, zindanı hissetmek ve hissettirmek için sınırlara ihtiyacımız var. Sınırsız olan sadece kelimeler ve anlatım biçimleridir.
İmaj
İs. Görüntü, imge.
#kızçocuklarıgünü
Savaşı bir oyun olarak gören ve enkazın içinde tökezleyerek ilerleyen bir kız çocuğu gördüğünde ikinci joystick nerde diye soracak olanlar böyle bir gün uydurmuşlar. Oysa onlar için kız çocukları değil sadece kendilerine benzetebildikleri kız çocukları önemlidir. Diğer coğrafyalardaki kız çocuklarının hikâyenin sonunda kendileri olarak kalmasına, kendi kıyafetiyle ve kendi yaşam tarzıyla kalmasına müsaade etmezler. Bu tür günler “imaj” çalışmasıdır. Yıkılan imajı ponponlu laflarla düzeltmek için uydurulur. Kitleler önemsizdir ama kendilerine benzettikleri o bir kız çocuğu önemlidir. Onu kendi çıkardıkları yangından kurtarmak, özgürlükler ülkesine taşımak ve bahçesinde barbekü yapılan verandasında gizlice öpüşülen bir eve götürmek, on ayrı gün icat edip hepsini ayrı ayrı kutlamak önemlidir.