
Ayşegül Öztoprak
Nefes bedenin ihtiyacı iken, ruh gidince neden nefesten bile geçer beden? Neden beden?
Hayatımda bir defa ölü gördüm. Naaşı uzun bir yolculuğa hazırlanıyordu. Dünyanın kirinden arındırılacaktı birazdan. Toprağın toprağa hasretinin bitmesi… Toprağın vuslat vakti gelmişti, özenli bir telaş başladı.
Ben de gördüğümün ne olduğunu anlamaya çabalıyordum. Hürmetle tanıdığım o büyüğüm, aklını yitirip namazını, zikrini yitirmeyen o insan, önümde yatıyordu. Kızları yanındaydı. Yapılacak ne vardı, bir daha asla dünya gözüyle görmeyeceğimiz insanlardan nasıl ayrılınması gerekiyordu? Bu soruların içine dalmıştım.
Gassil suyu açtı. Mevtanın kızı suya değdi. Su çok soğuk, deyip ağlamaya başladı. Ölünün yanında kimse ağlamıyordu o ana kadar. Ben birkaç kere gözümü sildim, tamam ama ona ağlamak denmez. Ona anlamamak denebilir belki, belki de anlamaya çalışmak. Soğuk suya ağlayan hanım, bana Yunus Emre Hazretleri’ni hatırlattı. Ne demişti:
“Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
Soğuk suya talip olmanın ne demek olduğu bana anlatılmıştı. Bu ders için oradaydım belki, ölüye bir faydam dokunmayacak, ama onun ölümü bana dokunaklı gelecekti. Bu ölümden, bu dokunaklı sahneden bir hafta sonra cenaze merasiminde bulunan biriyle karşılaştım. İyi misin dedi ve ekledi pazar günü çok da iyi gözükmüyordun, senin kötü etkilendiğini düşünüp üzüldüm. Ben de etkilenmişim dedi, birkaç gece boyunca onu sürekli gördüm.
Samimiyetle halimi soran bu insana şöylece içimi açıverdim: “Ben ölümü anlamıyorum.” Ne anladı bundan bilmiyorum, ben de bu cevabı vermekten ne anladım, onu da bilmiyorum. Ama orada olanı biliyorum.
Hürmetle tanıdığım o büyüğüm, aklını yitirip namazını, zikrini yitirmeyen o insan önümde yatıyordu. Hareket etmiyordu. Vücuduna değdim, soğuktu, bunun farkına vardım. O an biraz daha hayata tutunmak için bir nefes aldım. Derin bir nefes…
Onun dışında herkes nefes alıyordu. Hatta belki birimizin verdiği nefesi diğeri alıyordu. O ise havaya karşı iştahsızdı. Suyun sıcaklığını ve susuzluğunu umursamıyordu. Oradaydı, görüyordum. Fakat bizimle ilişki kurmuyordu, havayla ve suyla kurmadığı kadar.
Gül suyunu istedi gassil, gidip getirdim. Onun kokusunu duymuyordu galiba, duysaydı nefes alma iştahı artardı belki; belki de iştahla koştuğu daha güzel bir gülistan vardı. Ben görmüyordum. Kızının sesini umursamıyordu, belki kendisini çeken çok daha güzel bir ses vardı. Ben anlamıyordum.
Gördüğüm şey onun nefes almamasıydı. Bedeni, en temel ihtiyacını terk etmişti. Ve anlamadığım bir şey daha:
Nefes bedenin ihtiyacı iken, ruh gidince neden nefesten bile geçer beden?
Neden beden?