
Gençlerle son görüşmesi geçtiğimiz Ramazan ayında Gazanfer Ağa Medresesi’ndeki bir iftar vesilesi ile olmuştu. Orada şu gönül sözü ile ettiği vedayı nasıl unuturuz: “Bilemiyorum ama herhalde bu sizlerle son görüşmemizdir. Artık havz-ı kevserde buluşuruz inşallah. Size bütün haklarımı helal ediyorum. Bu işlerde bulunmaya devam ettiğiniz müddetçe sizde hiçbir hakkım olmaz zaten. Siz de hakkınızı helal ediniz.”
Kur’an’ımızda yetmişten fazla ayette geçen ve genellikle “iyilik etmek” ve “işini güzel yapmak” şeklinde çevrilen ihsan kavramının has manası Hz. Ömer radıyallâhu anh’ın naklettiği Cibril hadisindedir: “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor.” İslam Ansiklopedisi’nin “İhsan” maddesinde Râgıb el-İsfahânî’den aktarılan “adalet; borcunu vermek, alacağını almak; ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almaktır” şeklindeki tespit de ihsan kavramının zengin mana dünyasına dair faydalı bir açılım sunar. Yine aynı maddede geçen ve “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder...” ifadesiyle başlayan ayetten mülhem “…kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması” şeklindeki tarif de ihsanın derinliğine ilişkin önemli bir nottur. Bu tariflerin sınırlarında dolaşan birisi için ihsana “işini estetik yapmak” ya da “kaliteyi gözetmek” şeklinde diğer anlamlar da uzak gelmez. Yine ihsanın güzel ve iyi olmanın ötesinde başka güzelliklere ve iyiliklere vesile müsmirliği de söz konusu kavramın genişliği içerisine çok rahat sığar. Kendisine ihsanı yakıştırdığımız her ne ise, o kendisi ile sınırlı kalmaz muhakkak; başka güzellikleri yeşertir, farklı ihsan kapılarının açılmasına vesile olur.
6 Kasım 2018’de Dâr-ı Bekâ’ya irtihal etmiş Abdullah Tivnikli ağabey ihsan kavramını hayatının merkezine oturtma gayreti ile tanıdığımız güzel bir insandı. Bunu 60 seneyi bulmayan ama bereketi ile göz kamaştıran bir ömrün; kulluk, erdem ve özverinin şahikalarında dolaşmasından kolayca çıkarabilirdiniz. O ömür yukarıdaki tariflerin her birisi ile çok rahat ilişkilendirilebilir, hatta ufkundaki özleme bakılarak “bir ihsan ömrü” şeklinde nitelendirilebilirdi. Abdullah ağabey, ihsan kavramının derinleşerek ve yaşanarak zenginleşen, dokunduğu yeri yeşerten, güzelleştiren ve faydalı kılan muhtevasının müşahhas bir örneği, muhsin denebilecek bir insandı.
Abdullah ağabeyin ihsan ve muhsin kavramları ile anılacak hayatında bu kavramlara ilişkin özel ilgisinin de rolü vardır şüphesiz. Uluslararası Genç Derneği’nin kuruluş sürecinde muhataplarının önüne koyduğu ilk gündem “Kur’an’da Muhsinler” olmuştu. Yaptığı görüşmelerde “edep” ve “adam” tabirleri ile birlikte en çok kullandığı kelime ihsandı. Beraber yol almak istediklerine ihsanın anlam çeşitliliğini bir çıta olarak işaret eder, yapılacak her işin, güzel ve estetik olması, en önemlisi de Allah’ı görüyormuş hissi ile yapılması gerektiği telkininde bulunurdu.
Abdullah ağabeyin ihsan ve muhsin kavramları ile bu kadar hemhal olması muhtemeldir ki zamanla yaptığı ya da vesile olduğu her işte bir kalite standardının oluşmasını sağladı. Dahası bu hayatın önünü açtığı hemen her hizmet sürekliliğini muhafaza etmeyi başardığı gibi zamanla başka güzelliklere de vesile oldu. Çünkü bu ağabeyimize göre iyiliğin ve güzelliğin merkezinde dilinden hiç düşürmediği adam yetiştirme derdi vardı. Ömrünü ihsan kıvamında yaşama çabası onu bu derde, dertlerin en güzeli ve verimlisinin kıyısına demirletmişti.
Dört sene kadar önceydi; gençlere yönelik bir çalışmanın rutin istişaresini şu sözlerle bağlamıştı: “Babam 57 yaşında vefat etti. Benim bu hesaba göre iki senem var. Elimi çabuk tutmam gerekiyor, anlayacağınız acelem var kardeşim. Heybeyi doldurmam gerekiyor. Adam yetiştirmemiz lazım. Ona göre siz de hızlanın.” Bu sözleri duyanlar hızlanabildi mi bilinmez, ama kendisinin müteakip son dört senesinde ivmesi her geçen gün artan bir hızla koştuğuna şahitlik eden çoktur.
Mesnevi’de geçen, elinde fener, gündüz vakti adam arayan şahsın yüzyılımızdaki izdüşümlerinden birisi Abdullah ağabeydi, bu kesin. Onunkisi devası olmayan bir dertti. Her görüşmemizde işittiğimiz, “kaç adam yetiştirdiniz” sorusunun aslında bizden hesap sormak değil, hep birlikte adı konmuş bir hasbiliğe yol almak olduğunu ne kadar da geç anladık. Biz bu soruyu hep zihnimizle ölçtük, biçtik; o yüzden de önüne sürekli seminer, konferans, eğitim, burs, program gibi nicel ya da maddi faaliyetlerin sayı hesabını götürdük. Meğer “kaç adam yetiştirdiniz” sorusu zihnin değil gönlün ortasına atılacak bir soruymuş. O sorunun gönülde yer etmesi, akabinde de gönlü peşinden sürüklemesiymiş murat. Zira gönlüne bu soru düşenin hayatı eskisi gibi kalmazdı. Kendisi tam da böyle olmuş, o sorunun gönlüne düşmesiyle bambaşka birisine dönüşmüştü.
“Ne zamandan bu yana böylesin” diye soran bir arkadaşına şu hadisten bahsetmişti: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir keresinde Cennet’ül Baki’ye gitmiş ve ‘Selam sizlere ey müminler yurdunun sakinleri, şüphesiz bizler de inşallah size kavuşacağız’ demiş ve sonra da ‘kardeşlerimi özledim’ diye eklemişti. Sahabeler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?’ diye sormuşlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de: ‘Hayır, siz benim ashabımsınız, kardeşlerim, daha sonra gelecek olanlardır’ buyurmuştu. O kardeşine gönlünün orta yerine düşen bu hadisle değiştiğini söyleyecek ve şunu ilave edecekti: “O günden sonra Rasûlullah Efendimize kardeş olmaktan daha fazla bir şey istemedim.”
Abdullah ağabey, Rasûlullah’a kardeş olmak derdi ile bir hayat yaşadı. Bu hayatın mihverinde herkesi hak ve hakikatle buluşturma aşkı vardı. “İnanmıyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin” ayetinin işaret ettiği Nebî gayretinin Abdullah ağabeydeki hissesi “nitelikli adam yetiştirmek derdi”ydi. Bu adam tipi, O’nun en kısa tarifi ile muhsin olmalıydı. İhsan kavramının anlam genişliği ve zenginliğindeki bu tipin en farik iki vasfı ise müteşerri bir duruş yanında müteşebbislikti. Tıpkı kendisi gibi…
Abdullah ağabey evvelemirde İslam ölçülerine göre yaşamayı ve yaşatmayı gaye edinmiş samimi bir dindardı. Erzurum’un, soyu, Marifetname sahibi İbrahim Hakkı Hazretlerine kadar giden; ilim, gayret ve heyecan sahibi, gayret-i diniyesi ile maruf varlıklı bir ailesinden geliyordu. Babaları Sıddık Bey’in, ağabeyi Fahrettin Bey ile üzerlerinde büyük tesiri olmuştu. Bu iki kardeş çok sevdikleri rahmetli pederlerinin çok yönlü ve ümmete hizmet odaklı kişiliğini örnek almışlardı. Küçüklüklerinden itibaren bulundukları muhitler, sadece edep ve maneviyatın değil, Hak ve hakikate adam bulma derdinin de teneffüs edildiği yerlerdi. Hayatlarını ve rüyalarını vakfettikleri son muhit Hüdayi Vakfı’ydı. Madden ve manen içine girdikleri bu maneviyat ve hizmet halesi ile hem kulluğun kemali, hem de dava derdinin dermanına doğru gıpta edilecek güzel bir yolculuğa başlamışlardı. Özgün kişilikleri, heyecanları ve samimiyetleri ile bu muhite katkıda bulunmuş, muhitten istifadeleri etraflarına da fayda sağlamıştı.
Hz. Peygamberin temiz ve pak yolunun ölçüleri içerisinde Tivnikli kardeşlerin en çok vurguladıkları umde edepti. Abdullah ağabey sık sık gençlerin edepli olması gerekliliğinden bahseder, onların; oturmasını, kalkmasını bilen, konuşması, susması yerinde, zevk-i selim, fikr-i selim ve kalb-i selim sahibi insanlar olarak yetişmelerini arzu ederdi. Edep, seccade katlamadan yemek bitimi tabağın nasıl olması gerektiğine dair geniş bir sahaydı. Abdullah ağabey, arzuladığı insan tipinin, yıkıcı ve yırtıcı iş dünyasının orta yerinde abide gibi duran bir numunesiydi sanki. Nev’i şahsına münhasır duruşunu hiç bozmaz, en aykırı insana bile bir söz eriştirmenin derdini taşırdı. O’nu tanıyan herkes ne yapıp edip mevzuyu derdine, davasına ve gayesine bağladığına çok şahit olmuştur.
Abdullah ağabeyin en farik vasfı, hiç tartışmasız teşebbüs ruhuydu. O’nun müteşebbisliği, bulunduğu her sektörde oluşturduğu katma değerle kolayca takdir edilebilir. Özel finans kurumlarının kuruluşu ve bankacılık gibi zor ve sıkıntılı bir sektörde kendisine yer bulabilmesi muhtemelen O’nun zorlukları bir şekilde aşmayı itiyat haline getirmiş iş bitiriciliği ile kolaylaşmıştı. Yine esas meşgalesi olan un ve buğday sektöründe, şirketinin kısa zamanda uluslararası çapta bir oyuncu olması ağabeyi ile birlikte sergiledikleri ileri görüşlülük, zekâ ve sebat sayesindeydi. Son senelerde girdikleri enerji sektöründe aldıkları mesafe ise yine takdir edilecek çaptaydı.
Abdullah ağabeyin müteşebbisliğinin esas ışıdığı alan ümmetin ve içinde yaşadığı toplumun sosyal meselelerine ilişkindi. O malum hayır yollarından gitmenin yanı sıra bir Hak dostunun deyişi ile “kimsenin alışveriş yapmadığı dükkânlardan alışveriş yapmakta” mahir idi. Kendisi gibi çift kanatlı tiplerin yetişmesi için en yenilikçi yolları açmış ve açılan yollarda ehlinin yürümesi için bütün maharetini kullanmıştı. Böyle bir hayır kapısının açılması ihtimali belirdiğinde gözü parlar ve belki de o anda dünyanın en makul insanına dönüşür, sair zamanlarda gözlenen tatlı sert kişiliğinden eser kalmazdı. “Hayatım boyunca hep kendimden iyiler ile çalışmayı tercih ettim, çünkü onlar hem beni hem de işimi yükselttiler” deyişindeki tevazu ile örtülü gerçek, sadece iyi adamlar için değil iyi projeler için de geçerliydi. Hep kendini aşmak ve çeperini genişletmek gayretindeydi. Orijinal ve özgün olana meftundu. Bu yüzden ihsan boyutu önde müsmir projeleri hiç kaçırmaz, bu tür şeyleri düşünen de ilginçtir, bunun öncelikli ve ilgili alıcısının o ve rahmetli ağabeyi olduğunu bilirdi.
Rasûlullah Efendimiz, kişinin ölümünden sonra üç şey hariç defterinin kapanacağını buyurur. Bunlar; sadaka-ı cariye, hayırlı evlat ve kendisinden faydalanılan ilimdir. Abdullah ağabeyin defterinin bu üç açıdan da kapanmadığına dair hüsnü zannımız var. İlk madde için, dünyanın dört bir yanında, sıdkının göstergesi olarak boy vermiş, hiç kapanmayacak ve nesilden nesle aktarılacak hayırları ehline malumdur. Hayırlı evlat bahsinde ise neslinden gelenlerin kendi ihsan bakışı ile kuşanması meyanında sergilediği gayreti takdir edilecek seviyedeydi. Bu noktada attığı adımlar ve yüreğindeki güzel niyet, varislerini hayr’ül-halef yapacaktır; buna içten inanıyor ve dua ediyoruz. Peki, ya kendisinden faydalanılan ilim? Bir ticaret ehli olarak Abdullah ağabey geride nasıl bir ilim bırakmış olabilirdi acaba?
Abdullah ağabeyin geride bıraktığı ilim, bugünlerde çok konuşulan sosyal girişimciliğe dair özgün bir modeldir. Bu modelde ticari girişimcilikte sergilenen iş bitiricilik, çaba ve etraflı düşünme becerisi sosyal bir dert söz konusu olduğunda nasıl bir forma bürünür sorusunun cevabı vardır. Bu cevap yıllar içerisinde toplumun ihtiyacı olan birbirinden özgün, derinlikli kurumlar ortaya çıkartmıştır. İslam âlimi yetiştirme projesi olarak İSAR, nitelikli akademisyen projeleri olarak İBAV ve ADAM, ülkenin kronik meselelerine ortak aklı harekete geçirerek çözümler üretme projeleri olarak SETA ve Ekopolitik, gençlerin gönüllülüğü ve hareketliliğine ilişkin projelerin merkezi olarak Uluslararası GENÇ Derneği Abdullah ağabeyin öncülüğünü yaptığı ilk elde akla gelen örneklerdir. Doğuda ve başta Afrika olmak üzere gönül coğrafyamızın birçok noktasındaki diğer sosyal girişimcilik projeleri de Abdullah ağabeyin defterini kapatmayacağına inandığımız, çoğu ilgililerinin malumu, mestur kahramanlık ve fedakârlık hikâyeleridir. Bu projelerin önemli bir diğer özelliği, maddiyatın bütün ilişkilerin temelini oluşturduğu bir vasatta gönüllülükle kalıcı değer oluşturmayı hedeflemesidir. Abdullah ağabey kendilerini paranın ya da statünün değil, sadece gönlün tatmin ettiği insanlarla aynı hedefe aynı ışıltılı gözlerle bakmayı başarmak konusunda önemli bir örneklik sergilemiştir. Bu örnekliğin bir tarafında parasını, diğer tarafında ise emeğini ya da zihnini koyanlara ilişkin dersler vardır.
Bir sosyal girişimci olarak Abdullah ağabey, asli ihtiyaçlarını karşılamış müminlerin dünya hayatında neyi dert etmeleri gerektiğini bilfiil göstermiş birisiydi. Buna göre, zenginlik nasıl para kazanılacağından öte nasıl kullanılacağına dair bir duruştur. Maddi varlığı ebedi saadete tahvil edebilmek de bir tür girişimcilik gerektirir. 70-80 senelik ömürle sınırlı iş başarısı için derununda meknuz her türlü mahareti sergileyenler ebedi bir hayatı sıradan işlerle kazanabileceklerini nasıl umabilirler? Bugün sonsuzu kazanmak, klasik hayırseverliğin ötesinde bir mesai, gayret ve adanmışlık gerektirmektedir. İş hayatında başarılı olanların bu noktada sergiledikleri gözü karalık, müteşebbislik ve becerikliliğe öte dünyayı kazanma bahsinde daha çok ihtiyaçları vardır. Bunun usûl ve yollarına kısaca sosyal girişimcilik ya da aktif iyilikseverlik diyebileceksek aktif iyiler ya da muhsinler, sosyal değer oluşturacak projelere en az işlerine ayırdıkları kadar kaliteli saatler tahsis edebilenler arasından seçilecektir. Abdullah ağabeyin duruşu, hayatı ve ortaya koyduğu model işte bu açıdan önemliydi.
Abdullah ağabey, işi sosyal girişimcilik olan ya da bu tür projelerde ecirle çalışanlar için de güzel bir örnekti. Motivasyon kaynağı öncelikle gönül olanları, belli kıvamda tutmak ve sürekli heyecan takviyesi yapmak gibi zor bir işte maharet kazanmıştı. Farklı alanlarda ve farklı niteliklerdeki hizmet insanları ile çalışmanın getirdiği geniş bir gönül bakışına ve üç beş adım ötesini gören stratejik bir öngörüye sahipti. Onunla çalışanlar her görüşme sonunda zenginleşerek ayrıldıklarını ve en önemlisi daha fazlasını yapmak ve kendilerini daha çok geliştirmek konusunda bilendiklerini hissederlerdi. Abdullah ağabey muhtemelen iş arkadaşlarından daha müsamahakâr olduğu bu gönüllü çalışanların birbirleri ile işbirliğini de önemser ve aynı hedefe yürümeleri gerektiği noktasında telkinlerin ötesinde yönlendirmeler yapardı. Dağın dağa kavuşması gibi birbirleri ile bir araya gelmesi zor eşhası farklı vesilelerle bir araya getirir ve gönüllerini hoş ederek ortak bir dil ve üslup kazanmalarına vesile olurdu.
Abdullah ağabeyi ecri hiç bitmeyecek projelerin dertlisi olarak tanıdık. Önümüze koyduğu ihsan ufkunun kendi ruhunun da ufku olduğu her hal ve hareketinden belliydi. Güzel yaşadı, güzellerle yürüdü, güzeli öğütledi, güzele teşvik etti ve güzel vefat etti. Apayrı bir vefa ile sevdiği abisinin devasız bir hastalıkla gidişinin hükmen şehitliğe vesile oluşundan gıptayla bahsetmişti. Çok geçmedi, aynı devasız hastalık kendisini de buldu. Duamız ağabeyimizin gıpta ettiği ödül ile ayrılmış olmasıdır.
Gençlerle son görüşmesi geçtiğimiz Ramazan ayında Gazanfer Ağa Medresesi’ndeki bir iftar vesilesi ile olmuştu. Orada şu gönül sözü ile ettiği vedayı nasıl unuturuz: “Bilemiyorum ama herhalde bu sizlerle son görüşmemizdir. Artık havz-ı kevserde buluşuruz inşallah. Size bütün haklarımı helal ediyorum. Bu işlerde bulunmaya devam ettiğiniz müddetçe sizde hiçbir hakkım olmaz zaten. Siz de hakkınızı helal ediniz.” Hakkımız varsa, helal olsun kıymetli ağabeyimiz. Sizinle dediğiniz yerde, En Güzel İnsan’ın yanında, O’nun muhsin bir kardeşi olarak buluşmayı Rabbimizden niyaz ediyor, hayırlı halefiniz olacak çocuklarınıza, yakınlarınıza ve dostlarınıza güzel sabırlar diliyoruz. Okuyucularımızdan ruhu için bir fatiha üç ihlas okumalarını istirham ederiz.