Kadir Bekar
Günlük küçük hesaplaşmalardan ve tartışmalardan sıyrılıp, gerçek bilginin arayıcısı olmak ve bu kederi omuzlamak cesur yüreklerin yapabileceği bir iştir.
Bilgi kibrinin hâkim olduğu bir çağın çocuklarıyız. Bu kibir maalesef insanları üç gruba ayırıyor. Bir şey bilmeyenler. Bir şey bilmediğini bilmeyenler. Hiç kimsenin bir şey bilmediğini düşünenler. Bu üç katman da insanın bilmeme tabiatı üzerinden ilerliyor. Çünkü bilmenin sadece kendilerine has olduğunu düşünen insanlar var.
Bilgi, sahiplenenine hem cesaret hem de dayanılması ağır bir acı veriyor. O yüzden insanlar bilgiye sahip olmaktansa ona sahip olmuş gibi davranıyor. Bir nevi bilgiçlik tiyatrosu oynuyor. Kim bilgiye sahip olabilmenin dayanılmaz ağırlığını taşıyabilir ki? Kim taşıyabildi ki? Aslında bu duyguyu anlatanlar pek yaşamadı, yaşayanlar da pek anlatmadı. Tam anlamıyla konuya vakıf olamayışımız belki de bu yüzdendir.
Bilgiye sahip olamayanların önemli bir kısmı bilgisizliğin rahatlığına sığındı. Çünkü cahillik kadar dinlendirici bir liman yoktur. Yükü olmayan biri ses çıkarır mı? Derdi olmayan biri ah eder mi? Bu hem yük hem de paha biçilmez bir hazinedir. Alexandre Dumas’ın kült eseri Monte Kristo Kontu’nda şöyle bir diyalog geçer:
-Sana paha biçilmez bir teklifim var.
-Özgürlüğüm mü?
-Hayır, özgürlüğün senden alınabilir. Ben sana bilgi vadediyorum.
Cahil olmak aslında doğal bir haldir. Bilgiye ulaşmaksa çaba gerektiren bir süreçtir. Önce gafil olduğunu fark etmek gerekir. Gaflet halini tespit etmek ilk mertebedir. İkinci olarak bu gafleti ortadan kaldıracak bir gayret arayışına girilmelidir. Gayret, bir süreçtir. Ki bu süreç aslında bilgiye sahip olabilmenin en zahmetli ve en yorucu mertebesidir. Bu süreçte edinilen tüm detaylar, bütünü ortaya çıkarmaya yarar. Ve son olarak da gafletin gayretle olan raksı, hayret makamında son bulur. Kâinat kocaman bir hayretten başka ne ki…
Lev Tolstoy, İtiraflarım isimli eserinde konuyu şöyle ifade eder: “Hiçliğin hiçliği” der Süleyman. “Hiçliğin hiçliği… Her şey bir hiçtir. İnsanın güneşin altında bütün o yapıp ettiklerinden kârı ne? Bir nesil yok olur gider, yerine bir başka nesil gelir. Kendimi gökyüzünün altında yapılan her şeyi bilgelikle araştırmaya adamıştım. Allah bu çileli görevi yerine getirmesi için insanoğluna vermişti. Kendi yüreğimle konuştum, ona şöyle dedim: ‘Bak işte, toplumda çok önemli bir konuma geldim. Bütün Kudüs’te gelmiş geçmiş en büyük bilgeliğe eriştim. Evet, yüreğimde bilgeliğe ve bilgiye dair engin bir tecrübe var. Yüreğimi bilgeliği bilmeye adadım, deliliği ve budalalığı bilmeye… Bunun da ruhuma sıkıntı verdiğini gördüm. Büyük bilgelikte büyük keder olur ve bilgisini artıran kederini de artırır.”
Bilmenin kederi yol açar. Yol, ilerledikçe sırlarını yolcusuna ikram eder. Bu yolda yürüyen herkes, bildikçe aslında ne kadar az bildiğinin farkına varır. Bildikçe yalnızlaşır, yükü artar ve derinleşir. Günlük küçük hesaplaşmalardan ve tartışmalardan sıyrılıp, gerçek bilginin arayıcısı olmak ve bu kederi omuzlamak cesur yüreklerin yapabileceği bir iştir.