Türkiye Anadolusu içerisinde -1012 Türk akınları öncesinde- Müslüman Türk veya Müslüman Kürt meskundu, demek; yalnızca hamaset olmakla kalmayacak, tarihi siyaset namına çarpıtmak da olacaktır.
İbn Haldun meşhur nazariyesini ortaya koyarken devletleri de insanlar gibi evrelere ayırır. Hatt-i zatında devletlerin de bir ömrü olduğunu ifade eder. “Coğrafya kaderdir” ilkesini dillere pelesenk eden İbn Haldun, şüphesiz ki haklıdır. Dünya üzerinde varlığını ebediyete kadar sürdüren hiçbir devlet bulunmaz. O devletin bakiyesi olan toplulukların/milletlerin kurduğu siyasi teşekküller vardır. Bunlar yeni hanedana veya yeni rejime dayanırlar ki bu durumda, inkıraza uğrayan devletin devamından ziyade mirasçısı olurlar. Mirasçı emaneti alsa da farklı bir kişidir. Bütün bunlara rağmen varlığını uzun yıllar sürdürmüş olan devletler de vardır ve malumunuz üzere tarihe adlarını altın harflerle yazdırmışlardır. Doğu-Batı fark etmeksizin tüm tarihçiler ve siyaset bilimciler mutabıktır ki yalnızca iki ‘büyük’ devlet tarih sahnesinde en uzun şekilde hayatını sürdürmüştür. Birisi: Roma İmparatorluğu, diğeri ise Osmanlı Devleti’dir. Roma; Ortodoks ve Katolikliğin ayrılmasına mukabil ikiye bölünerek varlığının Doğu Roma (Bizans), Batı Roma (İtalya merkezli) olarak sürdürecektir. Osmanlı Devleti ise 1299-1923 tarihleri arasında 623 yıl boyunca hüküm sürerken; İbn Haldun’un işaret ettiği tüm evreleri/safhaları yaşayarak tarihin altın sayfalarına adını, kahramanlarını ve medeniyet tasavvurunu nakşederek sonsuzluğa erer. Osmanlı’nın kuruluş dönemine ilişkin bilgiler vereceğimiz yazımıza müsaadenizle ‘safha safha’ anlatarak başlamak isterim.
İSTANBUL’U ÖNCE LATİNLER ELE GEÇİRDİ
13. yüzyılın en ‘sarsıcı’ olayı hiç şüphe yok ki IV. Haçlı Seferi olur. Haçlı Seferleri’nin tamamının görünen amacı Hıristiyanların kutsal kabul ettikleri yerleri gayr-ı Hıristiyanlardan temizlemek olmakla beraber esas amacı ise ‘İslamiyet eşittir Türk’ algısından hareketle Türkleri Anadolu’dan atmaktır. Bunun için 1098’de başlayan Haçlı Seferleri’nin dördüncüsü 1204 yılında düzenlenir. Papa III. Innocentius, 1202 yılında çağrılara başlar ve 1204’te muazzam bir ‘Latin Haçlı Ordusu’ toplanır. Kudüs’ü fetheden Selahaddin Eyyubi ve soyundan geri alma yeminleri edilir. Ancak 1195’te tahttan indirilen imparatorun oğlu kaçarak Venedik’e sığınmıştır. Takiben gelişen süreçte gasıp imparatoru devirmek gizli hedef tayin edilir. Nihayetinde 1204 yılının Temmuz ayında Haçlı orduları tarafından İstanbul işgal edilir. Ancak prense vaat ettikleri tahtı da istila ederler. Burada 1204 yılından 1261 yılına kadar devam edecek olan Latin İmparatorluğu kurulur. İstanbul’dan ayrılan hanedan üyeleri İznik’te ve Trabzon’da birer devlet ihdas ederek iddialarını sürdürmeye devam ederler. İstanbul yalnızca Türkler tarafından fethedilmedi, iddialarını sözüm ona bazı entelektüeller, 1204 işgali ile gölgelemeye çalışır. Hatta meseleyi İstanbul’un fethine işaret eden hadis-i şerifin geçersizliğine kadar götürme hadsizliği gösterseler de İslam siyaset bilimcileri ‘işgal’ ve ‘fetih’ kavramlarının tefsirini yaparak gereken cevabı verirler.
DOĞU VİLAYETİ DEĞİL ANADOLU
Anadolu kelimesi Grekçe Anatolia’dan gelir. Anlamı ‘doğu vilayeti’dir. Peki, nerenin doğu vilayeti? Batı’nın, Batı Roma İmparatorluğu’nun. Devletin bölünmeden önceki dönemde Roma’dan yönetildiğini düşündüğümüzde üzerinde yaşadığımız coğrafyaya ‘doğu vilayeti’ anlamına gelen Anatolia demesi çok normaldir. Zaman içerisinde bu kelime fonetiğimize uygun bir hal alarak Anadolu şekline dönüşür. Anadolu coğrafyasının temel sakinleri; Grekler yani Yunanlar’dır. Çeşitli kavimlerden müteselsil şekilde varlığını sürdüren halk toplulukları da vardır. Kayseri-Yozgat hattı yoğunluğun başlangıç sınırı olmakla beraber Ermenilerin nüfus fazlalığı görülür. Kuzey doğuda Gürcüler meskundur. Araplar Diyarbakır civarında az bir nüfusla görünür. Bugünkü Azerbaycan hattına açılan bölgede Farslar ve Kürtler bulunur. Yani günümüzde 81 ilden müteşekkil olan Türkiye Anadolusu içerisindeki ezici oranda hakim, redd-i kabil olmayan nüfusu ile, gayr-i Müslim unsurdur. Sözüm ona Türkiye Anadolusu içerisinde -1012 Türk akınları öncesinde- Müslüman Türk veya Müslüman Kürt meskundu, demek; yalnızca hamaset olmakla kalmayacak, tarihi siyaset namına çarpıtmak da olacaktır.
DİYAR-I RUM TÜRKİYE OLUYOR
Siyasi çekişmeler, iklim şartları gibi sebeplerden ötürü Türklerin Çağrı ve Tuğrul Bey öncülüğünde İran-Azerbaycan hattı üzerinde Anadolu’ya keşif akınları yaptığını ve 1071 Malazgirt Zaferiyle beraber yoğun bir Türk kitlenin Anadolu’ya giriş yaptığını daha önceki yazılarımızda ifade etmiştik. Pek çok İslam tarihçisinin kaynağında bu bölgeler ‘Diyar-ı Rum’ olarak adlandırılır. Yani (Doğu) Roma İmparatorluğu’na tabi olanların yaşadığı yer. Bizans tabiri biraz ‘amiyane’ olmakla beraber biz Türklerin kullandığı bir kelimedir. Malazgirt Zaferi ile beraber Sultan Alparslan’ın komutanları Anadolu’da kurdukları beylikler ile önce gönülleri sonra şehirleri/kaleleri fethederler. Ortalama bir asır sonra Diyar-ı Rum diye İslam alimlerinin ifade ettiği bu topraklar batılı kaynaklar tarafından başka bir ad ile anılmaya başlar: Türkiye/Türkiya. Çekişmelerin artmasını takiben kuraklığın da baş göstermesi; sürüleri için verimli topraklar barındıran batıyı, bilhassa Anadolu’yu ata yurdundaki Türkler için cazip hale getirir. Bilhassa Oğuz boyları akın akın Anadolu’ya gelerek geniş ve münbit otlaklara yayılırlar. Henüz Malazgirt Zaferi’nin üzerinden bir asır geçmiştir ki bölge ‘Türkiye’ adıyla telaffuz edilir.
ANADOLU’DA BEYLİKLER DÖNEMİ BAŞLAR
Türkiye şeklinde tabir edilecek kadar İslamlaşan ve Türkleşen bölgede hakim iki güç vardır: Bizans ve Türkiye Selçukluları. Haçlıların 1204’teki işgaliyle beraber İstanbul’daki hanedanın İznik ve Trabzon’da iki farklı devlet kurması ile beraber güç çekişmesi daha şiddetli bir hal alır. Kösedağ Bozgunu ile beraber Türkiye Selçuklu Devleti büyük bir darbe yer. Türklerin hakim gücü olan devlet, inkıraza uğrar. Burada yaşanan otorite boşluğu zaten özerk hareket eden pek çok Türkmen beyliğinin iştahını da kabartınca olanlar olur. Anadolu bugün birkaç ilçe ve kasabadan ibaret olarak görülen pek çok Türkmen beyliklerinin hakimiyeti altında taksim edilir. Osmanlı’nın kısa sürede güçlenmesinde temel birkaç sebep vardır. Bunların başında Bizans sınırında oluşları ve gaza-cihat politikaları ile Kolonizatör Türk Dervişleri’dir. Nasip olursa bu sebepleri de bir sonraki yazımızda ele alacağız.