
Yunus Emre Tozal
ben Şam’ı bin yıl öncesinden bilirim
annemin sütü kadar yakın bana
babamın uğradığı son antik çarşı
dedemin kılıcını dayadığı surlarına
Sezai Karakoç
Okullar kapanmış, uzun bir maraton bizi bekliyor. 2006 Haziran’ın da sıcak bir yaz günü… İstanbul Esenler otogarında bizi Şam’a götürecek otobüsün perona yanaşmasını bekliyoruz. Üç kişiyiz, yanımızda küçük bir valiz, sırtımızda çantalar, elimizde Arapça günlük konuşma cümlelerini içeren sözlükler... Şam’da bulunan ve epey methedilen Ebunnur Külliyesi’ne Arapça öğrenmeye gidiyoruz.
Şam, özellikle o yıllarda fasih Arapça öğrenmek isteyen uluslararası öğrencilerle dolu canlı bir şehir, aynı zamanda üzerinde taşıdığı medeniyet mirası ile İslam coğrafyasının önemli kalelerinde biri. Birçok peygamberin imtihan mücadelesinin gerçekleştiği, kültür ve medeniyet hazineleriyle, yazma eserler kütüphaneleriyle bir ilim şehri olan bu topraklar, İslam’ın ilk yıllarından Osmanlı’ya ve günümüze köklü bir mirasın sorumluluğunu taşıyor. Hz. Yahya’nın, Ebu Hureyre’nin, Bilal’i Habeşi’nin, Halid bin Velid gibi sahabelerin gelip gittiği, Selahattin Eyyubi’nin bir dönem yaşadığı bu güzel diyar, dünyanın en eski başkenti unvanına sahip.
Otobüs yanaşıyor, İstanbul-Şam otobüs bileti 45 TL. Hatay Cilvegözü Sınır kapısında otobüs değiştirerek Şam’a tam bir günde ulaşıyoruz. Şehre ayak basarken, bir yandan üzerinde taşıdığı acıları, yapılan zulümleri ve savaşları konuşurken, diğer yandan bir zamanlar coğrafya kavramının zihinlerde ne gibi çağrışımlar yaptığını, 2.Abdülhamit döneminde bir gencin coğrafya algısıyla şu an bizlerin coğrafya algısı arasında ne kadar büyük bir farkın olduğunu mütalaa ediyoruz.
Fasih Arapça Nerede ve Nasıl Öğrenilir?
Üç aylığına geldiğimiz Şam’da bir ilim yuvası olan Ahmed Kiftari’nin kurduğu özel Ebunnur Külliyesi, Suriye’nin dışından gelen öğrencileri bir araya toplayan, medreselerinin yanısıra aşhane ve yatakhane hizmetleriyle öğrencilere fasih Arapçayı sevdirerek öğreten, hafız yetiştiren Şam’ın önemli eğitim kurumlarından biriydi. Yaklaşık 3500 yıllık yaşıyla dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şam’ın bugünkü hali, İslam dünyası olarak ne kadar da aciz olduğumuzun temsili bir fotoğrafıdır. Yazıya orada üç ay boyunca geçirdiğimiz güzel günleri, medreseleri, ilim halkalarını anlatarak devam edebilirim ama bugün artık olmayan, yakıp yıkılan, öğrencileri dağıtılan, üzerindeki medeniyet mirası yok edilen bir Şam’ı anlatmanın elbette bir faydasının olmayacağı biliyorum. O yüzden Ebunnur Külliyesi’nde fasih Arapçayı öğrenme ve öğretme metodundan bahsederek, Şam’da karşılaştığım medrese eğitiminin önemine değineceğim.
Öncelikle şu an fasih Arapçayı öğrenmek için en ideal yer Ürdün. Özellikle Ürdün’ün başkenti Amman’da çok iyi kurslar var. Ürdün’den önce listede birinci sırada bulunan Şam, dil kurslarıyla uluslararası öğrencilerin bir araya geldiği bir merkezdi. Savaş sebebiyle listeden çıktı ve hem medrese eğitiminden hem de merkez konumundan uzaklaştı. Fasih Arapçayı özellikle Arapça konuşulan Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde bizzat kurslara giderek ve dil eğitimine yoğunlaşarak kısa bir sürede öğrenebilirsiniz.
Medrese Eğitiminin Önemi
Dil öğrenmek, özellikle Arapça gibi köklü bir dili öğrenmek her önemli iş gibi ciddiyet ister. Şam bizim için bu anlamda çok kıymetliydi, Osmanlı’dan gelen o medrese eğitimini devam ettiriyorlardı. Namazlardan sonra camilerde yapılan dersler vesilesiyle günümüzün büyük bir bölümünü Arapça öğrenmeye ve konuşmaya ayırıyorduk. Şam’da bulunduğumuz Ebunnur Külliyesi’ne çok yakın olan bir medrese vardı. İbn Arabî’nin türbesinin ve camisinin bulunduğu, sabah namazlarından sonra halkın büyük bir katılımla iştirak ettiği fıkıh derslerinin yapıldığı bu medresede dersleri hayranlıkla takip etmiştik. Hocalar her öğrenciyle ayrı ayrı ilgileniyor, herkese aynı şekilde davranmıyorlardı. Her öğrencinin kendine özel ödevleri vardı ve ödevler günü gününe kontrol edilir, anlaşılmayan yerleri hocalar uzun uzadıya anlatırlardı. Camilere defter ve kitaplarıyla gelenleri gördükçe camiye bakışım değişmiş, sanki o hep anlatılan cami vurgusunun İslam medeniyetindeki yerini ve ödemini daha iyi fark ettiğimi düşünmüştüm. Camiler, özel eğitim yerleriydi ve halka açık sohbet ve vaazlar Cuma namazı dışında pek yapılmazdı. Bizdeki klasik “Camiye gidelim sohbet dinleyelim” mantığı Şam’da “Camiye gidelim dersimizi verelim” gibi işliyordu.
Anlattıklarımızı toparlayacak olursak:
1) Arapça, Kur’an’ın dilidir, Kur’an Arapçasını öğrenmek her Müslümana bir ödevdir. Allah Yusuf Suresi’nin 2. ayetinde şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Biz, O’nu, Arapça Kur’an olarak indirdik. Böylece siz akıl edersiniz.” Öncelikle Arapça öğrenmeye özen göstermeli, normal bir dil öğrenir gibi değil, kendi inandığımız dinin dilini, kitabını öğreniyormuş gibi önemsemeliyiz.
2) Mümkünse Arapça konuşulan bir ülkede Arapça eğitimi almak: Arap ülkesine gitmeden önce Arapçaya Türkiye’deki Arapça kurslarında başlayıp belli bir seviyeye gelmek, hem gidilen ülkede günlük konuşmayı ilerletmek için hem de Arapçaya daha kolay adapte olmak için iyi olacaktır.
3) Arapça eğitimi süresince eğitime yoğunlaşmak: Mümkün olduğu müddetçe günün önemli bir bölümünü Arapçaya ayırmak. Örneğin beş vakit namazlardan sonra, renkli kelimelerle yazılmış Kur’an mealleri okunabilir, Kur’an Arapçasına aşinalık kazanılabilir. Gidilen ülkede sürekli Arapça ile hemhal olunabilir.
4) Süreklilik: Hayatın her anında Kur’an ile olan ilişkimizi belirleyecek Arapça, sadece 6 ayda yoğunlaşarak öğrenilebilir ancak eğitimi devam ettirmek, günde bir sayfa da olsa mealiyle karşılaştırarak Kur’an okumak Arapça ile olan ilişkimizi arttıracağı gibi Kur’an Arapçamızı da geliştirecektir.
Son olarak, Arapça dinimizde ibadetin de dilidir. Kıldığımız namazlarda okuduğumuz sureler, yaptığımız dualar ve zikirlerde ibadetlerimizi Arapça eda ederiz. Kur’an okumada, ezanda, hacda ve umrede, düğünde ve cenazede, iyilik ve musibette, hastalıkta ve sağlıkta, şükürde ve hamdde hep Arapçayı kullanırız, bu yüzden zaten aşinayız. Bunun en güzel örneği tüm İslam âlemi çapında ezanın, selâmın, tesbihin, tehlilin, tahmidin ve tebliğin tüm Müslümanlar için aynı anlamı taşımasında ileri gelir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir Müslümanla karşılaştığınızda Selâmun Aleykum dediğinizde hep aynı karşılığı alırsınız. Bütün bu özelliklerden dolayı Arapça, esasen Arapların dili olmaktan öte, artık İslam’ın ve Müslümanların dilidir, öğrenmemiz boynumuzun borcudur.