Yunus Emre Tozal
“Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun. Belki şarkı söyleyen bir kuş gelip konar.” Çin Atasözü
Dünyada geçirdiğimiz süre içerisinde yaptığımız iyilik ve kötülüklerin hesabının görüleceği mahşer günü, hepimizi tedirgin edecek bir hâl üzere olacağımızı söyler erenler. Amel defterimizin sağımızdan mı yoksa solumuzdan mı verilecek olması, tedirginliği oluşturan en büyük sualdir ve Allah tarafından peygamberler aracılığıyla bizlere hayatı kitaba göre yaşamamız gerektiğini öğütleyen ayetler, işte insanın mahşerde yaşayacağı bu tedirginliği gidermek için gönderilmiştir. Peki, nerede yanlış yapıyoruz da bizlere gösterilen Sıratı Müstakim yolundan ayrılabiliyoruz?
Orhan Hoca arada yoklar bizi böyle. Soru sorup düşünmemize fırsat verdiğinde sorusunu daha edebi bir biçimde yavaş yavaş tekrarlar: “İnsan bu dünyada sürekli olarak arama halindedir. Bazen bulur, bazen buldum zanneder, bazen buldum zannetmişken bir imtihanla kaybediverir. İnsanın anlam arayışı bitmez. Peki, dört bir tarafımız ayetlerle çevirili olmasına karşın; ağaçlar, kuşlar, toprak, güneş, ay ve çevremizde hemen her gün gördüğümüz bitki ve hayvanlar her gün bizi bize hatırlatırken, üstelik Rabbimiz bize ayetler göndermişken neden yoldan ayrılırız?
Fussilet suresinin son iki ayetini açıklamaya başladı Orhan Hoca: “Çocuklar, Allah her şeye şahittir. Bu iki ayette afakta ve enfüste biz onlara ayetlerimizi göstereceğiz; ta ki bu kitabın Allah’ın gönderdiği bir kitap olduğuna, ahiretin hak olduğuna ve peygamberin de Allah’ın gönderdiği bir peygamber olduğuna dair imanları tahkiki hale gelinceye kadar…” Biz ayetlerimizi göstereceğiz diyor Allah… Yani iman tahkike erecek; insan Sıratı Müstakime erinceye kadar. Ayet şöyle bitiyor; Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? Onlar bizim ayetlerimizi dikkate almazlar, çünkü onlar Allah ile bir gün buluşacaklarına dair şüphe taşırlar. Hâlbuki Allah onların her yaptığı işi kuşatmıştır.
Her birimiz elhamdülillah Müslümanız. Ancak bizim Müslümanlığımız ile sahabenin Müslümanlığı arasında dağlar kadar fark var. İslami hassasiyetimiz, ibadetlere düşkünlüğümüz, hayat anlayışımız, ahirete bakışımız, günahlara karşı olan duruşumuz, salih amellerimiz, cennet sevdamız ya da cehennem korkumuz olması gereken seviyenin çok çok altında. İmanımızın tahkiki iman dediğimiz seviyeye doğru yükselmesi gerekiyor, değil mi? Asr Suresini ezberlediniz, namazlarda okuyorsunuz, Allah orada belirtiyor; İnsan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. Bizim imanımız maalesef taklidi iman; taklidi imandan tahkiki imana geçemezsek bizi zor günler bekleyecektir. İmanımızın hakikatini ortaya çıkarmamız gerekiyor. İmanımızı nurlandırıp parlatmaya ihtiyacımız var. Bir sönük köz gibi durmaması, bilakis alev alev yanması lazım kalbimizde…
Orhan Hoca’nın böyle derslerini seviyorum. Bizi kendimize çağıran, bir Müslüman nasıl olması gerekiyorsa bizi o örnek Müslüman gibi oldurmak için çabalayan derslerdi bu dersler. Haliyle içtendi, samimiydi, karşılıksızdı, Allah içindi… Allah için yapılan böyle muhteşem derslerin eksikliğini çekiyoruz. Bizi kendimize çağıracak ama bu esnada sadece Allah’tan karşılık bekleyecek davetlerin eksikliğini yaşıyoruz. Devam ediyor Orhan Hoca: “Ayetler işaretlerdir. Bir trafik işareti gördüğünüz zaman, örneğin Ankara’dan yola çıktınız, yol ikiye ayrıldı. Trafik tabelasında sağ taraf İzmir, sol taraf Kayseri yazıyorsa tabelada, herkes bu tabelanın ne anlama geldiğinde hemfikirdir değil mi? Sağa gidersen İzmir yoluna girersin, sola girersen Kayseri yoluna ve varacağınız istikamet de yol da bellidir. İşte ümmet olarak sıkıntımız burada başlıyor, ayetleri okumada ve anlamada problem yaşıyoruz. Bu problemler o kadar büyüyebiliyor ki, büyümesine o kadar izin veriyoruz ki, gün geliyor yolumuzu şaşırıyoruz, başka başka yollara dönüyoruz. Ayetler, bizi Allah’a götürecek işaretlerdir, Allah kelamıdır. Kâinattaki ayetler diye bir şeyler duydunuz mu hiç? Örneğin ağaçlar da birer ayettir. Güneş, bulut, ay, toprak vb. bunlar da birer ayettir. Peki, nasıl okumalı bu ayetleri? Kur’an okumayı nasıl okumalı? Ayetler açıktır, kapalı ya da anlaşılmaz değildir. Aynı trafik lambaları gibidir, sağ tarafa gidersen İzmir’e sol tarafa gidersen Kayseri’ye gideceğini anladığın kadar açıktır hem de; eğer renk körü değilsen, yön körü değilsen, inatçı değilsen her şey apaçık ortadadır. Peki, ağaçlar, toprak, gökyüzü nasıl bir ayettir ki biz okuyamıyoruz? Allah afakta ve enfüste, dış dünyada ve sizin içinize koyduğu ayetlerini bize gösteriyor ama biz acaba hangi ayetlerin yanından geçerken görmeden yolumuza devam ediyoruz? Bizim o görmediğimiz ayetleri bulmamız ve okuyarak anlayarak öğrenmemiz lazım değil mi? Kursa en yakın hangi ağaçlarımız var, bu açıdan hiç düşündünüz mü? Burada temel sorunumuz ayetleri fark etmektir. Ayetleri fark edersek, ne yapmamız gerektiğine karar verebiliriz öyle değil mi?
Hepimiz bir anda Kur’an Kursu’na en yakın ağaçları düşünmeye, onları tanımaya başladık. Bazı arkadaşlarımız arka bahçede bulunan elma ve erik ağacından söz etmeye başladılar. Bir an düşündüm, ağaçları ne kadar tanıyorum? Sahi, Allah’ın bizler için yarattığı bu muhteşem canlıları ne kadar tanıyoruz? Her ağaç bir işaretse, her ağaçta benim için bir işaret, bir hikmet varsa dut, kiraz, erik, vişne vb. hepsini fark etmem gerekmez mi?
Sabırlı, bilge, sakin, gizemli, güçlü, anlayışlı bir arkadaşla tanışmak isteyenler için de birebir olan ağaçları düşünüyorum. Kuş yuvaları, yağmurlar, kar tanesi, ilkbaharda açan çiçekler, sonbaharda dökülen yapraklar… Orhan Hoca ayetlerle olan yolcuğumuzun fark ederek başlayacağını söylüyor. Ölüm gelmeden önce, o son tabela gelmeden önce ayetleri fark etmemiz gerektiğine işaret ediyor. İçimize ve dışımıza bizi Allah’a götürecek ayetler konulmuş, bakın Ramazan ayı da geldi. Böyle mübarek bir ayda şimdiye kadar fark edemediğimiz ayetleri fark etmeye, onları anlamaya ve öğrenmeye çalışalım. Bu Ramazan şimdiye kadar fark edemediğimiz ayetleri fark etmeye vesile olsun. Dostoyevski’nin Budala’sından şu alıntıyla bitirelim: “Bir ağacın önünden onu sevmeden, onun var oluşundan mutluluk duymadan geçilebileceğini aklım almıyor.”