
Osmanlı’yı “en” büyük yapan olgu ise şüphesiz ki adaletidir. Bu bakımdan Osmanlı adalet sistemi çağdaş devletlere hatta günümüze kadar gıpta ile bakılan bir yapıdadır. Sultanlar adalet üzere olmak için tahtta kalacaklarına yemin ederler. Devlet yöneticilerinin adaletten şaşmaları ise ‘adalet kılıcının başlarına inmesi’ ile sonlanır.
Büyük Türk devletlerinin temsil edildiği Cumhurbaşkanlığı Forsu’na atfen hazırladığımız serimizin sonuna yani 16. büyük devletimize gelmiş bulunuyoruz. Bugüne kadar köşeyi işgal ederken bilinen ama vakıf olunmayan bir konuyu işlemek istemiştik. Bunu yaparken de hamaseti değil hakikatin günümüze sunacağı rotayı veya vereceği dersi anlatmaya gayret ettik. Şimdi ise halkanın sonuncusunu aynı hassasiyetle yazmaya çalışacağız. Bu yazıdan sonra -nasip olursa- başka bir formatta tarih üzerine konuşmaya, bir GENÇ nazarıyla tarihe bakmaya gayret edeceğiz. Haydi, tamamlayalım yıldızlar geçidini…
KİMDİR BU OSMANOĞULLARI?
Moğolların Cengiz Han ile istila hareketine başlaması ile beraber pek çok Türkmen/Oğuz kitlesi Türkistan’ın içlerinden Karadeniz’in kuzeyine veya İran-Suriye hattı ile Anadolu’ya gelir. Osmanoğulları’nın dahil olduğu boy olan Kayılar ise sırasıyla yaylak/kışlak denemeleri ile beraber Tebriz-Van-Malatya-Halep-Urfa-Erzurum-Ankara hattı üzerinden Söğüt’e ulaşır. Ertuğrul ve ailesi Söğüt tarafına doğru yola çıktığında ağabeyi Gündoğdu ve bir kısım kayılar ise Urfa-Erzurum hattında kalmayı tercih ederler. Ertuğrul Bey’in Söğüt civarına geldiğinde 400 çadır ile oba kurduğu anlatılır. Selçukluların iradesi ile Bizans hududuna iskan ettirilen Ertuğrul Bey, artık bir uç beyidir. Uç beyi tabiri “devletin gayrimüslimler ile sınırında olan beylere verilen bir tabir” olup rütbece herhangi bir üstünlük/imtiyaz hakkı doğurmaz. Ertuğrul Bey ve ailesi Oğuzların Bozok kolunun Günhan Bey sülalesinden gelir; veyahut bugünkü bilgiler ışığında böyle olduğu kabul edilir. Oğuzlar iki ana kol (Bozok ve Üçok) olmak üzere altı beyin/hanın (Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz) soyundan devam ederler. Oğuz boy listesinde Kayılar birinci sıradadır. Ertuğrul’un Gündüz, Savcı ve Osman olmak üzere üç oğlu olur. Osman meziyetleri sayesinde ahalinin sevgisini kazanır. Ağabeylerinin de itaati ile beraber Beylik onun olur.
TALİHİN DÖNDÜĞÜ AN: MOĞOL İSTİLASI
Moğol istilası İslam dünyasında büyük bir dehşet dönemidir. İnsani, ilmi, ahlaki ve vicdani pek çok değer o dönemde yok edilir. Ayette “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” buyuruluyor. Yaşanan bu istila ve işgal hareketi neticesinde pek çok alim, aile, tüccar Anadolu’ya sığınır. Hz. Mevlana ve babası da bunlardan birisidir. Moğol istilasının uzanmadığı yer olan Anadolu, pek çok insan için son adadır. Nihayetinde burada çok renkli bir ortam oluşur. Cihan devletinin temellerini atacak olan Türkmenler de Moğol istilası sonrasında Anadolu’ya sığınırlar. Buradan ilhamla diyebiliriz ki; Moğol istilası baş göstermese Türkmenler Anadolu’ya gelemeyecek ve yeni bir medeniyetin temeli atılamayacak, yeni bir çağrıya kulaklar ses kesilemeyecek. Çünkü Moğollar’dan kaçan Türkmenler, Anadolu’ya geldiğinde karşılaştıkları Bizans karşısında “gidecek yer kalmadı” ilkesinden hareketle adeta bir dev olacaklar, cesaretleri ile düzenli Bizans ordularını kırıp geçirecekler.
OSMANLI BİR RÜYANIN TABİRİDİR
Osmanlı’nın kuruluşuna ilişkin elimizde pek fazla bilgi yok. Bunun temel iki sebebi var; birincisi kuruluş döneminde devlet ricali de dahil olmak üzere pek çok kimse okuma yazma bilmiyor. Konargöçer hayat içerisinde kayıt tutmaya dair bir adet gelişmemiş. Bilgiler geleneksel Türk tarih anlatısına nazaran şifahi olarak, içerisine destansı öğelerin eklenmesiyle aktarılıyor. İkincisi de Timur’un Osmanlılar üzerinde hakimiyet kurması sonrasında Anadolu’da yaşanan fetret devrinde görülen kargaşalar. Bilinen en sahih kaynakta bir rüya anlatısı vardır. Rivayete göre; Osman Bey bir gün bir handa misafir kalır. Orada bir kitap görür. O kitabı sorar, cevap ise “O, Allah’ın yüce kelamıdır” mealinde olur. Osman Bey kitaba hürmeten sabaha kadar ayakta bekler. Ardından bir rüya görür. Rüyada göğsünde önce bir ay belirir. Sonra kocaman bir çınar ağacı çıkar. Ağaçların dalları büyür büyür; gölgeleri üç kıtaya kadar düşer. Sabah kalktığında rüyayı kayınpederi olan Şeyh Edebali’ye anlatır. O da şu cevabı verir: Osman Bey; saltanat sana ve oğullarına verilmiştir, kutlu olsun!
FARKLILIKLARI ZENGİNLİK GÖREN DEVLET
Osmanlılar pek çok dinden, ırktan, mezhepten insanın yaşadığı büyük bir devlet kurar. Bunu yaparken her türlü farklılığa hem saygı duyar hem de bu farklılıkları korumayı esas kabul eder. Mesela Bizans’tan fethettiği yerlerdeki idari sistemi bozmaz; yalnızca İslam’a mugayir uygulamaları kaldırarak ehlileştirir. Hiçbir zümreye dinsel, dilsel, kültürel veya ırksal baskı da bulunmaz. Herkesi olduğu gibi kabul eder. Bir de bunları korumak için onlara kurumlar bahşeder. Osmanlı’da her topluluk kendi (dini) cemaati vasıtasıyla devlet ile temas kurar. Mahkemeleri, eğitim kurumları, toplumsal yapıları devletin kontrolü şartıyla cemaatlerin yönetimindedir. I. Murat ile beraber başlayan Devşirme Sistemi sonrasında da devlet yalnızca nizam-ı alemin tesisi ilkesinden hareketle bir kurallar ve kaideler bütünü haline gelir. Bu bütün, hanedan nezdinde temsil edilse de esas olan nizam-ı alem ve reayanın (halkın) refahıdır. Çünkü Osmanlılar Müslim veya gayr-ı müslim; tüm halkı Allah’ın bir emaneti olarak görür. Nizam-ı alem tehlikede, reaya mutsuz ise Padişahın veya şehzadelerin katli dahi bu iki temel sebep için “mübah” görülür.
OSMANLI ADALET DEMEKTİR
Osmanlı’yı ‘en’ büyük yapan olgu ise şüphesiz ki adaletidir. Bu bakımdan Osmanlı adalet sistemi çağdaş devletlere hatta günümüze kadar gıpta ile bakılan bir yapıdadır. Sultanlar adalet üzere olmak için tahtta kalacaklarına yemin ederler. Devlet yöneticilerinin adaletten şaşmaları ise “adalet kılıcının başlarına inmesi” ile sonlanır. Topkapı Sarayı’na baktığınızda tepesi uzun, ince bir yapı görürsünüz. Orası Osmanlı’da devlet işlerinin görüldüğü yer olan ‘divan’dır. Mekanın adı da Kasr-ı Adalet’tir. Dünyaya dağıtılan adalet orada simge haline gelir. Son cümlemiz ise yine adalet ilkesinden hareketle Topkapı Sarayı’ndaki şu kitabeden olsun: “Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ve dünyadaki bütün mazlumların da koruyucusudur.”