
Bir müslüman, din kardeşini günah üzere veya mâsiyet mekânlarında görürse, onu hemen terk etmemeli, bilâkis içine düştüğü mâsiyetten kurtarmak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Zira kişi o hâldeyken dostlarının daha fazla yardımına ve desteğine muhtaçtır.
Bu husustaki güzel bir misâli Yezid bin Esam şöyle anlatır:
“Şam ehlinden, güçlü-kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hz. Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Hz. Ömer o kimseyi göremez oldu. Çevresindekilere:
«–Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?» diye sordu.
«–Ey Mü’minlerin Emîri! O kendini şaraba verdi.» dediler.
Hz. Ömer, hemen kâtibini çağırıp:
«–Yaz! Ömer bin Hattâb’dan falan kimseye... Sana selâm olsun! Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin ve ihsânı bol olan Allâh’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur, dönüş ancak O’nadır.» dedi.
Hz. Ömer mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek:
«–Kardeşinizin Allâh’a yönelmesi ve Allâh’ın da tevbesini kabul buyurması için duâ ediniz!» dedi.
O zât Hz. Ömer’in mektubunu alınca; «Allah, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı çetin olan…» (bk. Mü’min, 3) cümlesini tekrar tekrar okudu:
«– Allah beni hem azâbı ile korkutmuş, hem de günahlarımı affedeceğini vaad etmiş.» diyerek ağladı ve güzelce tevbe etti.
Hz. Ömer bunu haber alınca arkadaşlarına:
«–İşte böyle yapınız! Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde onu doğru yola getirmeye, Allâh’ın affına güvendirmeye çalışınız. Kendisine bedduâ ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız. Tevbesini kabul buyurması için de Allâh’a duâ ediniz.! » dedi.” (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 76; Ebû Nuaym, Hilye, IV, 97-98)