![](resimler/makale/buyuk/353_060120181730_915332729.jpg)
“Annesini ilk kez gören çocuğun tepkisi” başlıklı videolardan gördüğünüz, izlediğiniz olmuştur. Geçenlerde denk geldi, daha önce kuşanmadığım bir dikkatle bunlardan birini izledim.
İki, çok çok üç yaşında bir kız çocuğu... Hastanede, bir odada, annesinin kucağında... Belli ki ya kör doğmuş ya da başına çok ciddi bir hâl gelmiş, kapanmış gözleri günahsızın. Gözleri göz pedi ile bantlı, yani kapalı.
Kendisini ameliyat eden, tedavi sürecini yöneten doktor hanım, anne ile beraber şirin ve şefkat içerikli ifadelerle yavrucağı birazdan ortaya çıkacak büyük sürprize hazırlamaya çalışıyorlar.
Çocuk tedirgin. Sıkılıyor biraz. Anne heyecanlı. Gözleri sevinç gözyaşları dökmeye hazır ama yine de temkinli.
Doktor, nazik hamlelerle, göz pedinin bandını usul usul açıyor. Yavaş yavaş... Çocuk huzursuzlanıyor. Mini minnacık daha... Elleriyle gözlerine ulaşmak istiyor, annesi tutuyor kollarını, onu incitmeden, narince...
Büyük an yaklaşıyor... Doktor büyük bir dikkat ve incelikle işini tamamlıyor ve bantları çıkarıp pansuman pedlerini alıyor. Şimdi, kapalı vaziyette görünüyor gözleri çocuğun. Kapalı, hâlen kapalı. Korkuyor, ürküyor, açamıyor gözlerini çocuk. Annesinin, gözyaşının akıp gelerek ıslattığı dudaklarını ısıra ısıra “haydi bebeğim, haydi yavrum” demelerinin ardından, usul usul, göz kapaklarını yukarı doğru kaldırıyor yavrucak... Usul usul... Yavaşça.
O sızlanması, o ağlamaya yeltenmesi, o huzursuzluğu sona eriveriyor birden. Karşıya, sağa, sola bakınıyor hafiften. Fark ettikçe eşyayı, ortamı, daha bir dikkat kesiliyor her şeye.
Artık yavrusunun “görüyor” olduğunu fark eden annenin sevinç gözyaşları ve mutluluk ifadelerinden bir sevgi yumağına dönmüş çehresine yönelmek isteyen çocuk, o vakte kadar sâdece sesini duyup dokunuşlarına muhatap olduğu annesine, sıfır kilometre gözlerini yöneltiyor...
Buradan sonrasını izlemek, daha zor. Sarılmalar, öpmeler, koklamalar, hıçkırıklara bezenmiş gözyaşları ve hudutsuz bir bahtiyarlık...
Bu videoyu, öyle, sıradan, gündelik karşımıza çıkıp duran sürüyle videoya bakar gibi değil, çok farklı hislerle izledim.
Bu çocuk, biziz, dedim. Bu çocuk, biziz; bizim, aziz milletimiz. Bu çocuğun şu son hâli, bizim, şimdiki vaziyetimiz.
Bu çocuk, yaklaşık 200 sene önce, gözüne mil çekilmiş ya da kör edilmiş, görme duyusu elinden alınan, hareket etme ve hamle yapma imkânı kalmamış, bizim, kendi milletimiz.
“Elhamdülillâh... Elhamdülillâh...” dedim, defalarca...
Olmadık eziyete, cihanda misâline az rastlanır zulme, yaşanmadık mahrumiyete mâruz kalmışız da, Rahmet-i Rahman, bırakmamış bizi...
Âciz kalmışız, yoksul kalmışız, öksüz, yetim, kimsesiz kalmışız, düşkün ve hasta olmuşuz ama içimizden, yine bizim derdimize derman olacak bir hekim, bir çare çıkarmış Hazret-i Mevlâ...
Yılmamışız. Yılınmamış. Bugünlere geldiysek, imanına, dinine, kitabına, annesine-babasına sarılır gibi sarılan ve onlardan kendini ayırmayan bir neslin gayreti sâyesinde gelmişiz.
Biz görmeyelim diye, biz bilmeyelim diye, biz hissetmeyelim diye yedi cihan bir araya gelmiş, olmadık oyun, küstahlık, hainlik ve kalleşlikle dağlamışlar gözlerimizi.
Ama Allah’ın izin ve inayetiyle, şimdi, bir göz ameliyatından çıkmış gibiyiz.
Görüyoruz artık. Biliyoruz, hissediyoruz.
Ve kalkıyoruz artık oturduğumuz yerden. Gideceğimiz yeri biliyoruz. Yapacağımız işleri planlıyor ve 200 yılın acısıyla yapıyoruz ne yapıyorsak...
Göz ameliyatımız bitti. Artık farkındayız, anamızın, vatanımızın, dünyamızın.
Şimdi sıra, şükre şuurla, gönül yurdumuzu yeniden imar için göz göre göre çalışmakta...