
Kuşak çatışması kavramı günümüz toplumunda sık sık kullanılıyor. Sanki tarih boyunca en çok şimdilerde ön plana çıktığını düşünüyoruz. Bugün yaşanılan nesiller arası çatışmayı teknolojik sebeplere ve yetişme tarzına dayandırıyoruz. Ve büyükleri bu konuda sürekli endişeli görüyoruz. Biz gençleri sabırsız, iyi yetişmemiş ve kendi ayakları üzerinde durabilecek kabiliyete sahip olmaktan yoksun görüyorlar. Ancak durumun hiç de böyle olmadığını sizlere söylemek isterim. Zira bu çatışma ne bugün ortaya çıktı ne de bugün en çok hissedildi. Tarih boyunca bu çatışma mevcuttu ve hep insanları meşgul etti.
Raymond Williams’ın Anahtar Sözcükler kitabında bu kavrama değinilir. İlk ortaya çıktığı anlamı biyolojik ağırlıklı iken daha sonraları bu kavram değişimlere uğramıştır. Biyolojik olarak kuşak kavramı aynı anne babadan olma, aynı soydan gelme şeklinde anlaşılıyordu. 19. yüzyıldan sonra kuşak kavramı kültürel olarak algılanmaya başlandı. Şöyle ki aynı kültürel çevrede doğan ve yetişen nesillerden bahsediliyor. Bu nesil değişimi yani yeni bir kuşağın orataya çıkması 15 ile 30 yıl arasında oluyor. Sanayi Devriminden sonra özellikle bu kuşak değişimleri ve çatışmaları şiddetlenmiştir. Köyde yaşayan, geniş kırlarda özgürce çalışan ve açık havada vakit geçiren insanlar şehirlere akın ettiler. Günde 18 saatlere varan insanlık dışı bir çalışma düzeninin içine sokuldular. Küçük evlerde ve betonarme şehirlerde yaşamlarına devam etmeye çalıştılar. Ama bu yeni yaşam biçimi onları oldukça zorladı ve alışmakta güçlük çektiler. Oysa bir sonraki nesil bu ortamın içine doğdu ve köy yaşamından haberdar olmadıkları için küçük evler ve betonarme şehirler onlar için normal yaşam tarzıydı. Böylece kuşağa özgü beğenilerde ciddi farklar oluştu. Kuşak yada nesil kelimesinin tarihsel seyrine baktığımızda toplumsal ve kültürel değişimin ne kadar belirgin olduğunu görüyoruz.
Lakin kültürler ve toplumlar değişsede bu çatışma hiç değişmiyor. Çok eski zamanlara giderek bu durum geçmiş toplumlarda nasıldı ona bakalım. Geçmişte Sümerlere ait bir olduğu tahmin edilen ve antik kalıntıların bulunduğu bir bölgede rastlanılan tablette yazanlar oldukça ilginç. Yeni nesilin çok şımarık olduğu ve hiç söz dinlemediğinden bahsediliyor. Bunun yanında asi, dik başlı ve değer bilmeyen şeklinde tarif ediliyor Sümer gençleri. Anlıyoruz ki 5000 yıl önce ki gençler de büyüklerine yaranamamış. Biraz daha yakın tarihlere gelelim. Bu sefer de Yunan toplumundan bir örnek verelim. Hesiodos, Yunan şiirinin önde gelenlerindendir. Didaktik şiirin babası olarak kabul edilir ve önemli bir halk ozanıdır. “Günümüz gençleri o denli umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşünmek beni umutsuzluğa itiyor. Sabırsız, kararsız ve saygısızlar.” diyerek o zamanın gençlerini tarif ediyor. Bu sözleri söyledikten 400 yıl sonra Büyük İskender ortaya çıktı ve Yunan tarihinin en geniş topraklarına sahip bir devlet kurdu.
Bu durum İslam Devleti’nde batıda yada eski toplumlarda olduğundan biraz farklı işledi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) defalarca ordu komutasını yirmili yaşlarda olan gençlere vermiştir. Gençleri vali olarak atamış, savaşlara gittiğinde yerine hükümdar olarak tayin etmiştir. Her seferinde de güvenip görev verdiği gençler bu görevleri layıkıyla yerine getirmişler. Meclislerde de gençlerin ve gençliğin önemine dair konuşmalar yaptığını biliyoruz.
Ez cümle gençler gelecekte ve hayalleri ile yaşarlar. Yaşlılar ise geçmiş ile kavgalı ve sevdalıdır. Bu yüzden hiç bugünde yaşayıp orta yolu bulamazlar. Bu çatışma ne bugün ortaya çıktı ne de bugün en sert halini aldı. İnsanlık tarihi kadar eski bu kuşak çatışması, insanlık varoldukça hep olacaktır. Büyüklerimize saygı ve sevgi ile sesleniyoruz. Bizi ne başıboş bırakın ne de Kafka’ya Hüküm kitabını yazdıran babası gibi baskıcı olun. Sizleri itidale çağırıyoruz. Gelecek gençlerin ellerinde şekillenecek bunun yükünü de omuzlarımızda hissediyoruz ve elimizden geleni yapıyoruz.
Kuşaklar arası farkı en iyi anlatan romanlardan biri Turgenyev’in Babalar ve Oğullar kitabıdır. Okunmasını tavsiye ederiz.