
Dalga seslerinin eksik olmadığı ılık rüzgarlı gecenin ardından uyandım. Sahil boyunca yürürken hava henüz aydınlanmaya başlamıştı. Her adımda hareketlenen yengeçler gece boyunca süren yemek sefalarını bitirip kumları eşeleyerek yaptıkları evlerine çekilmek üzereydi. Ucu bucağı gö- zükmeyen bu Zanzibar sahilinde kum renkli zarif yengeçlerden belki de yüz binlerce vardı. Büyükçe bir yuvanın yakınına oturup bir süre hiç kıpırdamadan bekledim. Beyaz yengeç önce etrafı kolaçan etti ve ardından dışarı çıkıp biraz yosun yedi. O sırada uzaktan bir teknenin yaklaştığını gördüm. Gece balığa çıkan balıkçılar dönmeye başlamıştı. Tekne yanaşırken yanlarına gidip selam verdim ve bereket diledim. Önce motoru çalıştıran yakıt tankını indirdiler. Sonra kovalarla yakaladıkları küçük balıkları çıkarttılar. Ardından sıra Tuna balıklarını kıyıya taşımaya gelmişti. Adamlardan biri iki elinde iki balıkla kıyıya yürürken güneş denizin ardından kendini gösterdi. O anı fotoğraflayıp kaydettim. Bir zamanlar hayalini kurmaktan bile çekindiğim bir masalın içinde olduğumu biliyordum. Gitmek, görmek ve anlatmak tutkusu yıllar yılı aklımı almış, ömür boyu yollarda olmayı dilemiştim. Kabul olunmuş duanın fotoğrafını çektikten sonra paçalarımı sıvayıp çekilen denizin içine yürümeye başladım. Kadınlar ellerinde kovalarla sığ sularda yürüyor, deniz bitkileri topluyorlardı. Demir atmış tekneler deniz çekildikçe yan yatmış, tekrar hayat bulmak için birazdan yükselecek suları bekliyordu. Kaldığım yere döndüğümde hava tamamen aydınlandı. Zanzibarlı Müslümanların dertlerini ve hikayelerini anlattığımız belgesel için yola koyulma vakti gelmişti. Günlerce hikaye peşinde koşacak ve akıl almaz tabiat olaylarına şahit olacaktık.