
Uluslararası Genç Derneği’nde (UGED) geçtiğimiz yıl başlayan ve hâlâ devam eden özel bir programımız var: GENÇ Buluşmalar. Her hafta özel bir ismi derneğimizde ağırlıyoruz. Önce mütevazı bir kahvaltı yapılıyor ardından da konukların hayat hikayesinde özel sorularla eşsiz bir yolculuğa çıkılıyor. Bu zamana kadar hayatın birçok farklı alanından özel konuğumuz oldu. En az üç saat boyunca, misafirlerimizle hoşça vakit geçirdik, çeşitli konuları masaya yatırdık. 9 Eylül Cumartesi günü ÖNDER Başkanı Halit Bekiroğlu bizlerleydi, o güzel buluşmadan aldığımız notlardan bazılarını paylaşmak istedik.
Halit Bekiroğlu
1975 Elazığ doğumlu. Çocukluğu Elazığ, Bingöl, Malatya 3’lüsünde geçmiş. Buralara dair derin izleri, hatıraları var... 2006-2011 yılları arasında da başka bir gurbet yaşamış; Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde ailecek bulunarak ticaret yapmış. Marmara Üniversitesi Tarih mezunu ve yine Marmara Üniversitesi’nde İslam Felsefesi alanında Yüksek Lisansını tamamlamış, Tarih-Medeniyet alanındaki doktora çalışması devam etmektedir…
* Rahmetli babam Molla Ahmet Bekiroğlu ilçemizde ağırlığı olan bir insandı. Özellikle 80’li yıllarda medreseye yönelik baskılar oldu ama babam gerek medrese eğitimlerini gerekse zikir meclislerini hiç bırakmadı. Geçen Ağustos ayında vefat etti, Allah rahmet eylesin...
* Küçükken babamın vaazları bahane edilerek birçok sürgün yaşadık. Farklı farklı illere, bölgelere gittik. Her gittiğimiz yerde yeni bir ortam karşılıyordu bizi... Bu süreçlerde insan yakınlarından destek arıyor; ben o sıralar küçük olduğum için anlamıyordum bunu ama annemden işitirdim, biz sürgünler yaşayınca evimize gelip giden, bize yakın olan insanların bir kısmı gelmez oluyordu... Şimdi fark ediyorum böylesine suskunluğun, insanların uzaklaşmasının bende soğukkanlı bir kimlik oluşturmasına neden olduğunu.
* Bizim yeni bir medeniyet inşa etmek gibi bir derdimiz olmalı. Bu, muhalifken olacak bir durum değil. Bu yönüyle muhalif olma ve kalma çabası bizi medeniyete taşımaz. Her açıdan imkanların oluşması gerekir. Çünkü medeniyet inşası varlıkta gerçekleşir. Siyasi, sosyal, ekonomik, ilmi vb. boyutlarda; yokluktan varlığa evrildiğimiz bir dönemde imkanların hakkını vermeliyiz...
* Malatya’dayken cemaatlere karşı derin bir ilgim olmuştu. O sıralar lisedeydim. Sonrasında ise cemaatlerden kopuş yaşadım... O dönem gençliğin de motivasyonuyla, ilgi duyduğum cemaatlerin bir kısmı radikal eğilimliydi. Bir gün iki radikal grup birbiriyle şehir merkezinde çok büyük bir kavga etti. İkisi de Müslüman, ikisi de İslam adına hareket ettiklerini iddia ediyorlardı üstelik. Sonrasında ben de buna şahit olarak, ”Müslüman kardeşine el kaldıranla işim olmaz” dedim ve ilgi duyduğum gruplardan ayrıldım.
* Küçükken babam bizleri, Kur’an ve diğer ilimleri öğrenmemiz maksadıyla hocalara yollardı. Bu hocalar da başka yerlerde, halka şeklinde öğrenci okuturlar ve onların yanında, çoğu zaman zor şartlarda kalmamız gerekirdi. Biz, yani abimle ben, “Bizi neden başka yerlere gönderiyorsun okumamız için, senden öğrensek ya...” dediğimizde babam kabul etmezdi. Bir defasında ağzından şu ifadeyi kaçırmıştı: “İlim gurbette öğrenilir.” Biz de nedenini anladık...
* 1993 yılında üniversiteye geldim. İkinci sınıfta okurken öğrenci evinden yurda geçtim ve müdür yardımcısı oldum yurtta. Yine üniversite ikinci sınıfta Milli Gençlik Vakfı’nın (MGV) üniversite kampüs başkanı oldum. Açıkçası bu görevler, vazifeler beni şaşırtıyordu; çünkü herhangi bir beklenti olmuyordu bende. Bizde görev verilirdi, talip olunmazdı. Çünkü her zaman bizden daha layık olanlar olduğuna inanırdık ve eksikliklerimizi görürdük.
* Hizmette hiçbir şekilde dünyevi beklenti olmaması lazım. Ama ticaret gibi alanlar daha farklı; bunları ayırmak lazım. Hizmet ederken bu dünyada herhangi bir karşılık bekleyemezsiniz ama ticarette emeğin karşılığı bu dünyada beklenir.
* Bazı kitapların etkisi farklıdır insanda, hayatınızda izler bırakır. Yanık Buğdaylar (Ahmed Günbay Yıldız) kitabı da benim için öyledir. Çünkü abimle birlikte küçücük harçlıklarımızı biriktirerek, Bingöl’de açılmış kitapçıda ilk kez bir kitap satın almıştık. Evde televizyon, teyp vb. araçlar da olmadığı için adeta film izler gibi 3-4 kez okumuşumdur bu kitabı.
* Sorumluluk makamında olan insanlar çoğunlukla yalnız insanlardır... Bunu okul başkanlığı yaptığım yıllarda da hissettim şimdi de. Alacağınız kararlarda herkes gözünüzün içine bakar ama hata da olsa doğru da olsa yalnız kalırsınız, insan olarak haliniz çok anlaşılmaz.
* Üniversite kampüs başkanlığımdan sonra MGV il teşkilatında görev aldım. Fatih Halıcılar’da No:16. Biz orayı dünyanın merkezi olarak görürdük... 23 yaşımdayken il başkan yardımcısı olmuştum. O yıllarda her şey orasıydı bizim için. Sizlere tavsiyem siz de buraları, bulunduğunuz yeri dünyanın merkezi gibi görün ve sahiplenin.
* Bizler FETÖ’nün ihanetini 28 Şubat’ta bizzat yaşadık. Başörtüsünü çıkarmamak üzerine yaptığımız toplu eylemler çok yaygın ve etkili devam ederken bir sabah FETÖ talimatıyla aniden ve toplu olarak kız öğrenciler başlarını açarak okullara girdiler. Bizi yalnız bırakmışlardı ve o dönem adeta sırtımızdan hançerlendiğimizi hissetmiştik.
* Bazen ”Nasılsın?” sorusu ilaç gibi gelir insana. Göreve başladıktan uzun bir süre sonra bir arkadaşımın “Başkanım işler nasıl gidiyor?” diye bir sorusu olmuştu; gayet tabii ve hayatın içinden... Sonra fark ettim ki pozisyonum dolayısıyla bu vb. soruyu hep ben soruyorum insanlara.
* Günümüz Türkiye’sinde zaman zaman 28 Şubat zihniyetini çağrıştıran bir paranoya durumu söz konusu. 28 Şubat’ta Müslümanlara karşı olan düşmanlık şimdi de FETÖ’nün kirlettiği izler dolayısıyla cemaatlere, tarikatlara yapılmaya çalışılıyor…
* Bizim kuşak 28 Şubat’ta kaybetmeyi tecrübe etti. Müslümanlar üniversitelere başı kapalı girebiliyorken bu yasaklandı ve zorlukla, baskılarla uygulanmaya geçti. Kaybettik bu özgürlüğümüzü... Bu da bir travma hali oluşturdu toplumun her kesiminde. Şimdi sizin kuşağa baktığımda buna özendiğinizi görüyorum. Bizim o dönemki muhalif duruşumuz sizlere güzel gözüküyor... Evet, muhalifliğimiz heyecanlıydı ama çok acılar çekildi bugünler için. Bizim yaşadıklarımızı kutsayarak çok da doğru bir yol tutmuş olmazsınız, kendi döneminizi yaşayıp bu dönemin hakkını vermek önemli.