
Gökhan Gökçek
“Gönlünü ve dilini doğru tut!” “Her bakımdan tam zengin olmak istersen, kanaatkâr ol. Böylece kendi nasibini elde etmiş olursun.” “Huzur istersen zahmet ile birlikte gelir. Sevinç istersen kaygı ile birlikte bulunur.” “Menfaat sandalyeye benzer; başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan seni yükseltir.” “Söz ağızda iken sahibinin esiridir, ağızdan çıktıktan sonra sahibi onun esiridir.”
Tarih yolculuğumuza devam ediyoruz. Bir önceki sayımızda 16 büyük Türk devletinden Uygurları yazmış bize bıraktıkları asıl miras olan Doğu Türkistan davasını ele almaya çalışmıştık. Yıldızlar tamamlanıyor; şimdi ise sırada Karahanlı Devleti var.
Karahanlı ismi hanedana verilmiş bir isim olup devlet bu tabir ile anılmıştır. Kara ismi daha sonra unvan olarak kullanılacak olup manası “kuvvetli, sert”tir. Devletin kuruluş yeri Türkistan coğrafyası ya da galat-ı meşhur ifadeyle Orta Asya’dır. 840 yılında kurulduğu kabul edilir. Devleti kuran boylar konusunda bir tefrika var ise de Yağma, Karluk ve Çiğil boylarından müşterek bir şekilde devletin teşekkül ettiği düşünülür. Devletinin bilinen kurucu ismi Bilge Kül Kadir Han’dır. Göktürk sistemine benzer bir şekilde teşekkül eden devletin doğusunda Arslan Han, batıda ise Buğra Kara Han oturmaktaydı. Bu sisteme göre doğudaki asıl kağan olup batı, doğuya tabiiydi. Daha sonra Oğulcak Han zamanında başkent Kaşgar’a taşınır. Kaşgar şehri Doğu Türkistan bölgesindedir…
Bu dönemde İslamiyet bölgeye kadar yayılma alanı bulmuş olup Türkler arasında İslam 100 yılı aşkın bir süredir tanınmış haldedir. Ancak bölgedeki Türklerin İslam ile ciddi bir kitle halinde müşerref oluşu da bu dönemde gerçekleşir. Hadisenin efsanevi hali şu şekildedir: Abbasi halifeliğine bağlı Samanioğulları (İran asıllı) bölgede hakim durumdadır. Hükümdar ile taht mücadelesine girişen bir şehzade kaçarak Karahanlılara sığınır. Burada Karahanlı şehzadelerinden Saltuk Buğra ile dost olur. Saltuk Buğra eski Türk inançlarına iman etmekte iken Samani şehzadesi Müslümandır. Onun vesilesi ile Saltuk Buğra Müslüman olur ve Abdülkerim adını alır. Amcası Oğulcak Han ile mücadeleye girişen Saltuk Buğra, tahta geçer ve devletin/milletin han tarafından İslamlaştırılması süreci ile Türkistan coğrafyası İslamiyet ile şereflenir. Batı kolunda İslamlaşmayı sağlayan Saltuk Buğra Han ardından Balasagun’u da fethederek devletin tamamına hakim olur ve İslam Türkistan’ın tamamına yayılır. 1042 yılına gelindiğinde ise taht mücadelesini takiben devlet Doğu Karahanlı ve Batı Karahanlı olmak üzere ikiye bölünür.
Batı Karahanlı’nın sınırları Mâveraünnehir, Fergane’nin bir bölümü, Fârâb, Özkent bölgelerini kapsamaktaydı. Başkent Özkent şehri idi, sonra Semerkant merkez oldu. Bir dönem Han, Buhara’yı da payitaht edinmişti. Bu bölgeler Türk Müslümanlığı şeklinde addedilen; omurgasını İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, kalbini İmam Maturudi’nin, aklını ise tasavvuf cereyanı içerisinde neşet ederken Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi’nin temsil ettiği bir inanç tarzını ortaya çıkarmıştır. Anadolu’dan Balkanlara uzanan pek çok tarikat zümresi kökenlerini, kültürel kodlarını Türkistan’a bağlarken bu bölgeyi işaret etmektedir. Bu dönemde 1040 Dandanakan Savaşı’nı takiben Büyük Selçuklu Devleti de kurulmuş olup Batı Karahanlılar onlarla iyi geçinmeyi tercih etmişlerdi. Anadolu fatihi Sultan Alparslan’dan sonra tahta geçen Sultan Melikşah zamanında Büyük Selçuklulara bağlanan devlet, bu durumunu Katvan Savaşı’na kadar sürdürdü. Moğolların bir nevi öncü birlikleri olan Kara-hıtaylar ile vuku bulan 1141 tarihli Katvan Savaşı’nda Büyük Selçuklular yıkılmaya yüz tutunca Batı Karahanlı toprakları Kara-hıtayların hakimiyetine girdi. Harzemşah liderinin Semerkant’a hücumu ile beraber Karahanlı hanedanı ve siyasi uzantıları tamamen ortadan kaldırılmış oldu.
Doğu Karahanlı Devleti 1211 Moğol istilası ile yıkılacaktır. Sınırları ise Yedi-su, Çu, Talas, Seyhun (Sir-Derya), Şaş (Taşkend), Fergane’nin bir kısmı ile, Cungarya bozkırlarına, İrtiş nehrine ve güneyde Taklamakan çölüne kadar uzanmaktaydı. Bu bölge Türklerin yerleşik hayata geçtiği ilk yerlerden olup kültürel gelişim ivme kazanmıştı. Bugün dahi başucu kitabı olan ve Yusuf Has Hacib tarafından yazılan Kutadgu Bilig, bu bölgede kaleme alınmış olup Doğu Karahanlı hükümdarı Tamgaç Buğra Kara Han’a sunulmuştu. Yusuf Has Hacib, Hünkarın bir nevi özel kalemi, sekreteri idi. Örten, saklayan gibi bir kelime anlamına karşılık gelen haciplik makamı bir saray görevi idi. Yusuf da has hacib olarak hükümdara öğütler içeren bir eser kaleme almış ve sunmuştu. Zamanla zayıflamaya başlayan devlet sırasıyla Kara-hıtayların ve Naymanların işgaline uğrayacak ardından bunların üst tabakası olan Moğolların, Cengiz öncülüğünde dehşet saçan istilalarına karşı koyamayarak 1211 yılında Doğu Karahanlı Devleti; tarih sahnesinden çekilecektir. Türkistan coğrafyası ve Türkistan coğrafyasının İslam ile müşerref olması elbette ki Karahanlılar tarafından bize bırakılan büyük mirastır ancak biz Karahanlılar’dan bize kalan temel mirasın Kutadgu Bilig adlı eser olduğunu düşünüyoruz. Kutadgu Bilig; yalnızca bir saray görevlisi tarafından Hünkar’a yazılmış, öğüt veren bir eser olarak yorumlansa da bu ifade hiç şüphe yok ki eserin kıymetini tarif için pek yetersizdir. Kutadgu Bilig; yazıldığı güne kadar süren 1200 yıllık Türk devlet geleneğinin, aklının özü ve özetidir. İçerisinde yöneticiye öğütler verirken Türk sosyo-kültürel hayatından ipuçlarını da sunar.
Eserde hükümdara uzanan dört temsil mekanizması vardır; akıl / bilgi, saadet / mutluluk, adalet / hukuk ve akıbet. Türk-İslam devlet geleneğinin temellerinin anlatıldığı eserde temel iki unsur ise kut inancı ve töredir. Kut; Allah’ın hükümdara dünyayı yönetme gücü vermesi demektir. Türkler idarecilerinde kut olduğuna inanırlar ve o yüzden ona büyük bir bağlılık gösterirler. Kendi kaderlerini liderleri ile bir gördüklerinden bilhassa tehlike anlarında canlarını liderleri için feda etmeye kalktıklarında; aslında vatan, din ve millet için şehadete koştuklarını bilirler. Bunun birçok misalini tarihimizde bulabiliriz. Buradan bakınca henüz geçen sene yaşadığımız 15 Temmuz tarihli hain kalkışmanın önüne hangi “psiko-genin ateşlenmesi” ile geçtiğimizi daha iyi anlamış oluruz. Eserde ikinci bir direk olan töre ise kültür, gelenek ve adetlerimizden mülhem olup; bozkır hayatında filizlenerek son halini konargöçer dönemde alan Türk ananesine denir. İçerisinde özel-matem gün ritüellerinden ekonomik işleyişin kriterleri, sosyal yaşamın çerçevesinden yazılı olmayan ancak uygulanmasında beis görülmeyen hukuk kuralları vardır. Destansı Türk hükümdarı Oğuz Kağan’ın şahsında sembolik hale gelen Türk töresi; eski Türk inancını da içerisinde gizli bir şekilde barındırır. Kıymetini izah için yapılan birçok çalışmaya rağmen Kutadgu Bilig için yeterli bir tahlil, değeri için hatırı sayılır bir tespit yapılamamıştır. Ancak Kutadgu Bilig; kimlik, kültür ve dünya görüşü konusunda en aşağı 300 yıldır buhran yaşayan milletimiz, kültür adamlarımız ve devlet ricalimiz için muazzam bir rehber olacak nitelikte bir eserdir. Geleceğin tayini hiç şüphe yok ki geçmişin tahlili ve ayakların yere basarak güncelin takibi üzerinden bir kurgu ile inşa edilebilir. Bunun için de otoritelere başvurmak kaçınılmazdır. İşte Kutadgu Bilig adlı kıymetli eser rönesans / devrim / ihtilal / inkılap / tekamül
-Her ne ise- arayan kültür ve siyaset dünyamız için hiç şüphe yok ki bir sıçrama tahtası olacaktır. Yazımızı o muazzam eserden kulağımıza küpe olası birkaç öğüt ile bitirmiş olalım:
“Gönlünü ve dilini doğru tut!”
“Her bakımdan tam zengin olmak istersen, kanaatkâr ol. Böylece kendi nasibini elde etmiş olursun.”
“Huzur istersen zahmet ile birlikte gelir. Sevinç istersen kaygı ile birlikte bulunur.”
“Menfaat sandalyeye benzer; başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan seni yükseltir.”
“Söz ağızda iken sahibinin esiridir, ağızdan çıktıktan sonra sahibi onun esiridir.”