
Zaman Allah’ın sırlarından bir sırdır ve izafidir. An vardır, asra bedeldir; tıpkı Aytmatov’un o ölümsüz eserinin başlığı gibi: “Gün Uzar Yüzyıl Olur.” Ve aynı şekilde an, hatta asır vardır, lafı bile edilmez bir içeriğe sahiptir. Zamanı bu denli farklılaştıran onu yaşayan, yaşadığı için de yaşlanan insanın macerasında saklıdır. İnsan vardır zamanı aşmış, ölümsüzlüğe ulaşmıştır; insan vardır, zamanı geçince hiçbir zaman hatırlanmayacak bir unutuluşla damgalanmıştır.
Bizler, bir gecenin uzayıp nasıl asra döndüğünü 15 Temmuz 2016 gecesinde yaşadık. O gece insanların nasıl bir anda bütün zamanları aşan kimlikler kazandığına şahit olduk.
O gece gözümüzün önünde çakan şimşek an nasıl uzayıp asra döner, insan nasıl yücelip zamanı aşar ve yine insan nasıl alçalıp çukura iner, gösterdi. O gece millet olarak belki bin senedir sürdürdüğümüz bir mücadelenin, son yüzyılda görülememiş hesabı yekten önümüze kondu. O geceyi yaşayanlar sadece bir gece yaşlanmadılar. Gecenin her saniyesine bin yıllık o kadim hesap kazınmıştı. İhanetle başlayıp destanla sona eren o geceyi bir anda önlerinde bulanlar sadece o bin yılın yükü ile yüzleşmediler, hayatlarının en sarsıcı tercihi ile de baş başa kaldılar. Hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide bir an gittiler geldiler. Onlar o çizgide gidip gelirken, omuzlarındaki devasa emanetin milletin kaderi olduğunun idrakinde miydiler? İdrak etmeseler ne gam, o isimsiz kahramanlar o muhalled gecede sadece üzerlerine düşen vazife ile müstağraktılar. Sanki göklerin perdesi aralanmıştı da o yiğitler gözlerinde ışık, yüreklerinde coşku ile ölümün üzerine yürümüşlerdi.
İhanetin ve kahramanlığın destanının birlikte yazıldığı o gecede dünyadan ahirete uzanan mesafeler bir an sıfırlandı, sır o herkesi meftun eden veçhesini faş etti. Gökten sanki bir el uzandı, fanilere dünya ve ötesine dair imtihanı tek hamle ile geçmeye yarayacak bir altın fırsat sunuldu. Yüz senede bir görülecek bir fırsattı bu. Bahtı olan o fırsatı kapacak, kendisini kurtaracaktı. Kendini kurtarmak bu kadar açık, net ve sade bir muhtevada, böyle ışıltılı bir şekilde başka ne zaman belirmişti ki… O gece bu oldu işte. O fırsat, bir ebemkuşağı gibi belirdi, altından geçene âb-ı hayatı takdim etti. O takın altından geçenin gözü ışıdı. Gözü ışıyan ölüme umarsız yürüdü. Böyle gözü ışımış, yüreği bedeni olmuş, üzerinden dünyayı sıyırmışlar çıkınca orta yere; çeliğin, tankın ve merminin hükmü kalmadı. Hainlik yerini kahramanlığa bıraktı.
Şimdi aradan bir sene geçti. O asra bedel geceyi bize unutturmaya çalışanlar yaşananların bir tiyatrodan ibaret olduğunu söylüyorlar. Biz de şehitlerimizi, gazilerimizi, bombalanan meclisimizi, halkına ateş açan askeri, tankı, uçağı göstererek bu hayâsız ve alçakça iftiraya karşı çıkıyoruz. Niye uğraşıyoruz ki? Bunun bir tiyatro olmadığını niye ispata çalışıyoruz? Dediklerini tasdik etmek değil belki ama şunu ilan etmekten çekinmeyelim: Evet, o gece oynanan bir tiyatroydu. Herkesin kendisine verilen rolü oynadığı bir tiyatro... Tıpkı bu dünya hayatının bir tiyatro oluşu gibi, tıpkı dünya sahnesinde kendimizi rolümüzü oynarken bulduğumuz gibi, o gece herkes kendisine biçilen rolü oynadı. Neydi peki o roller? Gelin o rollerin neler olduğunu ve 15 Temmuz’da kimin hangi rolü oynadığını görelim.
MELUNLAR
15 Temmuz tiyatrosunun en dikkat çekici ve fakat en gerideki rollerini bunlar oynadılar. Anadolu’yu mesken tuttuğumuz günden bu yana zaten ensemizdeydiler. Ama hep sahne gerisinde kalmışlardı. O gece de öyle oldu. Oynamaktan çok yapımcılığa ve yönetmenliğe taliptiler. Her dönemde araçları farklılaşan misyonlarının özü bizi ortadan kaldırmak, biz dediğimiz o kudsi manayı berhava etmekti. Bu misyonun o gece adını “ülkemizi Suriyeleştirmek” şeklinde koymuşlardı, başaramadılar. Suflörsüz ve dublörsüz çalışmayan bu melunlar yardımcı roldeki hainlerle birlikte o gece yine başarısız oldular. Ama rolleri ezelden takdir edildiği için icralarını yapmaktan geri durmayacaklar, yine gelecekler.
HAİNLER
15 Temmuz tiyatrosunda sahneyi ilk alanlar bunlardı. Tıynet ve cibilliyet yoksunuydular ya, bu yüzden rollerini oynarken gösterdikleri performans dudak ısırttı. Rollerini başaramadıklarında ortaya koydukları inkâr ve yok sayma da öyle... Ellerine tutuşturulan metin, kulaklarına fısıldanan sözler ve zihinlerini meflûç eden kurgu yüzünden rollerinden başka aidiyetleri yok, çünkü başka türlüsünün mümkün ve muhtemel olduğuna inanamayacak kadar şahsiyetsiz, karaktersiz ve kimliksizler.
GAFİLLER
Bunlar; kulaklarına fısıldananı, ellerine verileni ve gözlerine gösterileni gerçek sandılar. Figüran olarak yer aldıkları oyunun ne büyük bir ihanet projesine dönüştüğünü fark edemediler. Yevmiye ile çalışıyorlardı, birkaç cümlelik sahneleri vardı, büyük kurguda ihmal edilebilecek bir öneme sahiptiler, ne ki sayıları çoktu, oluşturdukları zemin ve destekleri ile melunların ve hainlerin sahne almasına sözde meşruiyet kazandırdılar. Adı gaflet olarak konacak hatalarından rücu etmeleri gerekiyor. Aksi takdirde melun ve hainlerle işbirliğinin neticesine katlanacaklar.
SİNSİLER
Melunların ve hainlerin ezelden yoldaşıydılar ama o gece kendilerine verilen rol içlerine sinmedi, o yüzden geri durdular. Bin yıllık senaryonun farklı dönemlerinde zaten rol almışlardı. Yerleri, pozisyonları, karakterleri tereddüde mahal bırakmayacak şekilde belliydi. Ama yeni dönemde yeni hainlerin daha kullanışlı olmalarından dolayı kenara itilmişlik psikolojisi içindeydiler. O yüzden sindiler, beklediler. Hâlâ bekliyorlar, ezeli misyonlarını yerine getirmek noktasındaki iradelerini her an ortaya koyabilirler.
YİĞİTLER
O gece hiçbir çağrı beklemeden, içlerinden kopan ve muhtemelen göklerden yüreklerine ilkah edilmiş o sızı ile dışarı fırladılar. Ne rollerinden ne de senaryodan haberleri vardı. Sadece yüreklerinin ardına düşmüşlerdi. Ortaya koydukları performans herkese parmak ısırttı. Melunları ve de taşeron hainleri darmadağın ettiler. Bin yıllık hesabın o geceye yoğunlaşmış cüzünde faturayı kimseye bırakmadılar; canları, kanları ve imanları ile bir milletin kaderinde en kritik rolü oynadılar. Onlar bahtiyar, onlara sahip millet bahtiyardır.
ACİZLER
Korktular. O geceden ürktüler. O yüzden sindiler, geri çekildiler, hatta hiç ortalıkta gözükmemeyi tercih ettiler. Bu tavırları ile kendilerine biçtikleri rolün ne kadar alçaltıcı olduğunu herkes kadar onlar da biliyordu. Ama zamanın her şeyi sağaltan ve her şeyin üstünü bir toz bulutu ile örten tabiatının kendi üzerlerine yapışmış bu alçaltıcı damgayı yine görünmez hale getireceğinden emindiler. Öyle de oldu zaten. Melunlar ve hainler varken kimse onlar hakkında konuşmuyor. Ne iraptan mahalleri var, ne de tarih önünde hükümleri…
ERLER
Çağrı ile çıktılar. Fedakâr, kahraman ve gözü pektiler. Yiğitlerin hak vergisi rollerinin yanında sonuca ulaştıracak hamleleri yapmak gibi bir vazifeleri vardı. İhtiyatlıydılar; makul, muhtemel ve mümkünle hareket ediyorlardı. Melunlara ve hainlere hak ettiklerini verdiler. Bin yıllık hesabın o geceye yoğunlaşmış cüzünde faturaya yardımcı oldular; canları, kanları ve imanları ile bir milletin kaderinde mühim rol oynadılar. Onlar millettir, millet onlardır.
SAKİNLER
Evlerinden dışarı çıkmadılar. Rollerinin ne olduğunu az çok kestirseler, oynanan oyunun ne olduğunu fark etseler de müdahil olmamanın daha akıllıca olduğunu düşündüler. Oyunun az çok ortaya çıkmasını, rollerin netleşmesini beklediler. Sonraki günlerde rol dağılımında çok istekli olsalar da rol dağıtımının ilk gece bittiğini geç fark ettiler. Çok iyimser olmaya gerek yok, belki de fark edemediler. Tek kelime ile nasipsizdiler.
HİÇLER
Ne oyundan ne de rollerden haberleri vardı. Belki hâlâ da yoktur. Tıpkı bu dünyaya niye gelip, buradan nereye gideceklerinden haberleri olmadığı gibi. Buna akıl erdiremediklerinden mi? Kesinlikle hayır. Buna akıl erdirmenin “akıllıca” olmadığını düşündüklerinden tabii ki. Onlar düşünmez, dert etmez ve gereğini yerine getirmezler, sadece hisseder ve yaşarlar, tıpkı böcekler gibi. Sadece bedeni ile yaşayanlara hasım olarak bu dünyada toprak, öte dünyada ateş yetecek, bunu geç de olsa öğrenecekler.
Evet, 15 Temmuz bir tiyatroydu. Kimin kim olduğunun, bu hayatta niye var olduğunun ve nasıl bir rol kestiğinin herkesin gözünün içine sokulurcasına göründüğü, kimseye mazeret bırakmazcasına açığa vurulduğu bir tiyatro… O tiyatroda rolü olanları ve kimin ne performans gösterdiğini hiç unutmayacağız. Unutursak kalbimiz kurusun.