İyilik yapmak arı ve duru bir kalbin sanatıdır. İyilik yaparsınız; bu, kalbinizin rahat etmesini sağlar ama karşıdakini razı edemediyseniz o iyilik tam bir iyilik olabilir mi?
Bir bedevi gelip Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istedi. Peygamberimiz bedeviye elindekilerden verdikten sonra sordu: “Sana iyilik yaptım mı?” Bedevi’nin cevabı olumsuzdu: “Bana verdiğin nedir ki ben bundan memnun olayım?” Orada bulunan sahabeler adamın bu tavrına öfkelendiler. Tam üzerine yürüyeceklerken Rasulullah eliyle onlara mani oldu. Kalkıp oradan giderken bedeviyi de kendisi ile beraber evine davet etti. Bedevi ile baş başa kalınca da ona şöyle söyledi: “Geldin, istedin, biz de verdik ve sonra dediğini de dedin.” Sonra ilave bir şeyler daha verdi ve en baştaki sorusunu yineledi: “Sana iyilik yaptım mı?” Bedevi bu sefer memnuniyetini ifade etti: “Evet, Allah sana ecrini versin, çoluk çocuğunun ömrünü ziyade eylesin.”
Rasûlullah bedeviyi uğurlarken ondan bir istekte bulundu: “Biraz önce dediklerinle arkadaşlarımı kızdırdın. Şimdi sana karşı kin besliyorlar. Ben yanlarına gittiğimde tekrar gel ve son sözlerini orada tekrar et ki sana karşı besledikleri duygu silinsin.” Bedevi, kendisini diğerleri nezdinde tezkiye edecek bu teklifi memnuniyetle kabul etti. Peygamberimiz arkadaşlarının yanına döndükten bir müddet sonra bedevi çıktı geldi. Allah Rasûlü kimsenin bir şey demesine fırsat vermeden sahabelerine hitaben dedi ki: “Bu arkadaşınız bize geldi, istedi, verdik, ama yine de dediğini dedi. Sonra yine verdik. Şimdi sanırım bizden razıdır. Öyle midir ey bedevi?” Bedevi daha evvel Peygamberimize söylediklerini tekrar etti: “Evet, Allah sana ecrini versin, çoluk çocuğunun ömrünü ziyade eylesin.”
Adam oradan ayrıldıktan sonra Peygamber Efendimiz sahabelerine şunları buyurdu: “Benimle bu bedevi arasındaki mesele, devesi olup da ürken ve kaçan bir kişinin meselesine benzer. Kaçan deveyi tutmak için halk arka arkaya dizilmiştir. Fakat onlar koştukça deve daha da hızlanmaktadır. Deve sahibi en nihayet onlara der ki: ‘Benimle devemin arasından çıkınız. Ben ona karşı sizden daha şefkatliyim. Onu daha iyi tanırım.’ Sonra devesine doğru gider, yerden bir hurma dalı alır ve deveyi çağırır. Deve, sahibinin yanına gelir. Ona yükünü yükler ve kendisi de sırtına biner. Eğer bedevi o sözleri söylediği zaman sizi dinleseydim, o adam cehenneme yuvarlanacaktı.”
İyilik yapmak arı ve duru bir kalbin sanatıdır. İyilik yaparsınız; bu, kalbinizin rahat etmesini sağlar ama karşıdakini razı edemediyseniz o iyilik tam bir iyilik olabilir mi? İyilik yaparsınız, herkesi memnun edersiniz ama sizin kalbiniz tatmin olmaz, hissettiğiniz ve içinizi tırmalayan eksiklik iyiliği yine hedefine vardırmaz. İyilik yaparsınız, herkesle beraber siz de memnun olursunuz, fakat iyiyi “iyi” olarak tarif eden -ki O sadece ve sadece Allah’tır- bundan razı olmayabilir, o zaman iyilik yaptığınızı sanmışsınız, ne ki boşuna yorulmuşsunuzdur.
İyilik bir sanattır; iyi olduğu kabul edilen bir davranış, nasıl her sanat eseri muhatabında farklı hisler çağrıştırırsa aynen o şekilde farklı anlamlara gelebilir. Bu anlam, bir fakirin eline para sıkıştırmak ile o parayı bir zarfa koyup üzerine teşekkür ederek sunmak arasındaki fark gibi zahiri bir fark olabildiği gibi sadakayı alanın o fakir değil Allah olduğu gibi bir idrakte örneklenen kalbi bir fark da olabilir. Bu farklılıkların bize söylediği iyiliği yapanın tıpkı bir sanatçı gibi kemale erecek bir terbiye ve olgunlaşmaya ihtiyaç duyduğudur. Bu anlamda iyilik bir kemal yolculuğudur.
İyiliğin kemalatı ya da iyiliğin kalitesi, iyiliğe karar veren kalbin kıvamına göredir. O kalp ne kadar kemal bulmuşsa iyilik de o kadar kemal bulmuştur. Kalbin kemalinin ne olduğunu bize Kur’an-ı Kerim malın ve evladın fayda vermediği o günde fayda verecek olan ile (selim kalp) haber veriyor. (Şuara, 88) Kalbin kemali böyleyse iyiliğin kemali nasıldır? İyiliğin kemali; başta yapandan, muhatabına, oradan iyiliğin mutlak manada kabulünü sağlayacak huzura varıncaya kadar ilgili herkesi ve en nihayetinde Rabbi Rahimimizi razı etmesine bağlıdır. Nasıl rıza bir sonsuzluk yolculuğudur, iyiliğin kemalinin de sonu yoktur. Bu hem iyiliğin kalitesinin sınırı olmaması hem de makbul bir iyiliğin başka iyiliklere vesile olması ile böyledir. Herkesi memnun eden bir iyilik başka iyiliklere mebde, mehaz ve mecra olmasıyla bitmeyecek bir bereketin tetikleyicisi olur. Makbul bir iyilik, nur üstüne nur gibi iyilik üstüne iyilik doğurur.
İyiliğin kemal yolculuğu kadar, karşı kutupta yer alan kötülüğün de esfeli safiline doğru bir yolculuğundan bahsedilebilir. Nasıl makbul iyilik, başka iyilikler doğurur, kötülük de başka kötülükler doğurur. O yüzden kötülüğün anılması en az yapılması kadar kötü görülmüştür. İyilik ne kadar çok yayılır, bahsedilir ve teşvik edilirse, kötülük de ne kadar engellenir, örtülür ve gizlenirse o kadar iyidir. Rasûlullah Efendimizin huzuruna gelip herkesin ortasında bir gece evvel işlediği kabahati anlatan adama Hz. Ömer’in, “sus, Allah’ın örttüğünü niye açığa vuruyorsun?” diye çıkışması muhtemelen bundandır.
Makbul bir iyilik, ebter değil veluttur; kendisi ile bitmez, başka iyiliklere vesile olur. Makbul olmayan bir iyiliğin böyle bir berekete yol bulamaması bir yana umulmadık kötülüklere yol açmasından korkulur.
İyiliğin kemali; iyiliği yapan, iyiliğe muhatap olan ve iyiliği kabul eden olmak üzere üç tarafın rızasının kemalidir demiştik. Bu taraflardan hangisini memnun etmek önceliklidir? Şüphesiz ilk aranacak Rabbimizin rızasıdır. Fakat bunun, dini sadece Allah’a halis kılmak gibi zor bir seviyeye isnat ettiğinden tayin ve tespiti mümkün değildir. O yüzden samimiyet, niyet ve ihlası gözeterek öncelikle iyiliğe muhatap olanın rızasını aramak gerekir. Bu arayış, iyiliği yapanın kendi iç tatmininden önce gelir, çünkü iyilik bir yarayı sarmak, bir derde derman olmak ya da bir feryadı dindirmek için yapılır, bunlar hâsıl olmadıktan sonra iyilik niye yapılır? Rasûlullah’ın bedevinin rızasını araması, yapılan iyiliğin sadece failinin tatmin olduğu bir şey olarak kalmaması içindir, çünkü iyiliğe muhatap olanın memnun olmadığı bir iyilik kemale ermemiştir. Eksikliği gidermek için ilave bir iyilik gerekebilirse bu yapılmalıdır. Böylece iyiliğin kemali sağlanır, daha da önemlisi iyiliğe muhatap olan razı edilerek yeni iyiliklere kapı aralanır ki Allah Rasûlü’nün yaptığı da budur.
Makbul bir iyilik, ebter değil veluttur; kendisi ile bitmez, başka iyiliklere vesile olur. Makbul olmayan bir iyiliğin böyle bir berekete yol bulamaması bir yana umulmadık kötülüklere yol açmasından korkulur. Bedevinin örneğinde böyle bir ihtimali, sahabelerin yapılan iyiliği beğenmediği için bedeviye karşı besledikleri hislerde görüyoruz. Bedevinin kendisine yapılanı küçük görmesi ile ortaya çıkan memnuniyetsizlik doğuracağı sonuçlar itibarıyla önü alınması gereken bir nitelik taşımaktaydı. Bu tavır söz konusu iyiliğin en azından müsmir ve mümbit bir mahiyete dönüşmesini engelleyecekti. Kaldı ki sahabelerin bedeviye yönelik hissettikleri duygularla açılan yol adamın muhatap olduğu iyilikten istifadesini sağlamak şöyle dursun tam tersi sonu cehenneme varacak kadar bir yolculuğa onu mahkûm edecekti. Bunu önlemenin yolu daha fazla iyilikten ve Rasulullah’ın iyilik siyaseti diye adlandıracağımız tavrından geçmekteydi.
İyilik siyaseti, iyiliğin makbul bir iyilik olarak kalması, iyiliğin bütün taraflarının rızasının temin edildiği ve en önemlisi iyilikten sadece iyiliğin, daha fazla iyiliğin doğacağı bir vasatın oluşmasını temin etmektir. Allah Rasulü, bir tür kadir bilmezlikle yapılan iyiliği küçümseyen bedevinin maruz kaldığı buğzu takip ettiği iyilik siyaseti ile ortadan kaldırmıştır. Bedevinin ikinci iyilikle gönlünün tatmin olmasına, onu ilk hareketi ile gönüllerinde kodlamış sahabelerin şahit olmasını arzu etmiş, bunun için de onları bedevi ile tekrar buluşturmuştu. Buradaki siyaset iyiliğin iyilik üstüne iyilik doğuran bir mahiyete bürünmesine yönelik gayrettedir. Bu gayret telif ve tevhid gayretidir.
En büyük iyilik kalplerin tevhidini temin etmektir. Bunu sağlamak bir faninin başarabileceği bir şey değildir: “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfal, 63) Herhangi bir iyiliğin kemal ölçüsünü tekrar edelim: Bir iyiliğin kalitesi, kıvamı ve bereketi insanların kalplerini telif edebildiği ölçüdedir. Bir iyiliğin makbul ve muteber olması gönüller yapması, gönülleri buluşturması ve gönüllere taht kurması iledir. Bu anlamda iyiliğin siyaseti, daha çok iyilik yapılmasını temin edecek bir ortak zemin oluşturmanın adıdır. Bu zeminde bir iyiliğe ilişkin farklı algı, idrak ve hisler aynı memnuniyet potasında bir araya gelir ve ortak rıza nur üstüne nur gibi daha çok iyiliğin doğmasına sebep olur. Bu da “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?” (Rahman, 60) ilahi hükmünün gereğidir zaten.