
Zamanın vezirlerinden biri, büyük mutasavvıf Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri’yle görüştü ve:
“–Lütfen bana himmet buyurunuz, gece-gündüz pâdişâhın hizmetiyle meşgulüm, onun bana karşı iyiliğini umuyorum, fakat darılıp azarlamasından da korkuyorum.” dedi.
Zünnûn Hazretleri hüngür hüngür ağladı ve:
“–Eğer ben, senin pâdişahtan korktuğun kadar Allâh’tan korksaydım “sıddîklar (Allah’a teslimiyeti tam olan dosdoğru kimseler)” zümresinden olurdum.” dedi.
Velhâsıl, “Her hayrın başı Allâh sevgisi, hikmetin başı da Allâh korkusudur.”
Allâh’ı seven ve tanıyan kimse O’nun muhabbetine lâyık olamama ve azâbına dûçâr olma korkusuyla dâimâ dikkatli davranır, hayâtını ihsan kıvâmında yaşar. (Topbaş, Osman Nuri, Faziletler Medeniyeti 1, s. 306)
Kul, Allâh’tan hakkıyla korkarsa hayâtına İslâm muhtevâsında bir istikâmet verir ve bütün dünyâ ve âhiret korkularından emîn olur. Nitekim Âlemlerin Efendisi şöyle buyurur:
“Üç şey vardır ki münciyâttandır, yani insanı kurtarır: Gizli ve açıkta Allâh’tan korkmak, rızâ ve gazap hâlinde adâleti sağlamak, fakirlik ve zenginlik ânında iktisatlı olmak. Şu üç şey de mühlikâttan, helâk edici şeylerdendir: Kendisine tâbî olunan hevâ, cimrilik ve kişinin kendisini beğenmesi.” (Münâvî, III, 404/3471)