
Masumiyet Müzesi’nden sonra Orhan Pamuk iyice bir popüler kültür figürüne dönüştü. Her popüler kültür figürü gibi seveni de var, nefret edeni de… Dünyada seveni bizden çok ama. Beğenin ya da beğenmeyin, bu Türkçe yazan muhterem her yerde tanınıyor, kitapları hemen her dile çevriliyor. Abartmak gibi olmasın ama neredeyse kendileri Turkish kebap, lokum seviyesine yükselmiş durumda. Oryantalist güdüleri baskın da olsa bir yazarımızın bu şekilde tanınıyor olmasını yazınımız açısından gayet olumlu buluyorum. Edebiyatımız demedim bakın. Bu konuda Murat Belge’ye -her ne kadar bunu menfi bir şey olarak takdim etse de- sonuna kadar katılıyorum. Gerçekten edebiyat kelimesinin edepsizleri sınırlayan – Belge böyle demiyor tabii, yaratıcılığı engelleyen diyor- bir anlamı varsa o anlamı burada hissettirmek bile Pamuk’un yürüdüğü yol ve hedefleri açısından haksızlık olacaktı. Evet, Pamuk yazınımız için iyi bir temsil görevi yürütüyor. Ama edebiyatımız için öyle mi, bakın orası şüpheli.
Pamuk, geçtiğimiz ay Frankfurt Kitap Fuarı’nda bir açılış konuşması yaptı. Fuara ilk gelişinden ve fuarın büyüklüğü karşısında kapıldığı karamsarlıktan bahsetti. Söylediklerinde hayatı yazmaktan ibaret olan bir yazarın kitapları ve kitap dünyasını nasıl gördüğünü ifşa eden bir yan vardı. Şöyle dedi Pamuk: “Yalnız kitapların kalıcı, bizlerin geçici olduğunu hissettirdiği için değil, tüm kitapların, insanlığın tüm hafızasının, tüm seslerinin yanında bizim yerimizin ne kadar küçük olduğunu hissettirdiği için de Frankfurt`ta bulunmanın, tıpkı bir camide, bir kilisede, bir tapınakta bulunmak gibi insanı alçak gönüllülüğe davet eden bir yanı var.”
Edebiyat bize; kitaplar, sözler, yazılar, harfler, sesler kısacası Pamuk’un insanlığın hafızası diye nitelendirdiği ne varsa her şeyin bir edep dairesi içerisinde konuşlanmasını telkin eder. Onlar bizatihi bir amaç olamaz; edep denen şey bunun böyle görülmesini engeller. Dolayısıyla insan, bugüne kadar yazılan ya da üretilenlerin yanında küçüklüğe kapılmaz, kapılmamalıdır. Alçakgönüllülük, ne kadar üretirse üretsin, ne kadar düşünürse düşünsün, ne kadar yazarsa yazsın insanın kendi ile ilgili sırrı niye tek başına çözemediğini sormakla başlar. Edebiyat bu hakikatin idraki ile girilen bir dünyadır. İnsanı baştan alçakgönüllülüğe davet eder zaten: Buna göre üret, buna göre yaz, buna göre düşün, der.
Pamuk, burada tanınacak mıyım diye karamsarlığa kapılarak girdiği bir dünyada bugün itibarıyla amacına erişmiş gözüküyor. Onu artık herkes tanıyor. Ama o kendini tanıyor mu, bunu bilmiyoruz. Şunu biliyoruz ama: O yazın dünyasına ben burada ne kadar küçük görünüyorum diye girmişti. Bugün itibarıyla herkes onun ne kadar büyük birisi olduğundan bahsediyor ve O da bunun fena halde farkında. Çıkıp birisi ona “Edep Ya Hu” dese ne kadar güzel olacak! Yazınımız açısından değil, edebiyatımız açısından…