Dönüp bakamadı bile. Gidiş o gidiş, bir daha o kapıdan içeri giremedi. Sonraları “görmeseydim o tashihi, belki daha çok istifade ederdim” diye hayıflanıp durdu ama listedeki kitaplara hâlâ başlayamamış olmasının sözünü hiç etmedi.
- Niye geldin?
- Kabul ederseniz istifade etmeye geldim efendim.
- Hımm, demek istifade etmeye geldin?
O an üzerine değen bakışlardaki memnuniyeti çok sevdi.
- Ne okuyorsun? -
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler.
- O ne demek yahu, ne ilişkisi bu, ilişki ne, ulus ne?
Çatan kaşlardan bir an irkildi. Sonra muhatabının uyduruk kelimelerden nefret ettiğini hatırladı. Eli ayağına dolaşır gibi, zihni ile dili arasındaki ahenk bir anda uçtu gitti. Ne demekti yahu uluslar arası ilişkiler? Nasıl ifade etmeliydi?
- Şey beynelmilel münasebetler zannedersem.
- Neler çıkartıyorlar kardeşim, nevzuhur şeyler bunlar, aslı astarı yok.
Susmaktan başka çaresi yoktu. Muhatabı da susmuştu. Kendisine söyleyecek bir şeyler aradığını hissetti. Başını kaldırıp baktığında gözleri karşılaştı:
- Ne demek istifade etmek?
- Yetişmek, adam olmak, terbiye olmak…
- Hangi kitaplarımı okudun?
Başlayıp da bitiremediği bir tanesini söyledi.
- Bu yaşta okudun onu ha, aferin.
Başı ile onayladı.
- Şu söylediğim kitapları yaz, oku, bir hafta sonra tekrar gel.
Sanki ab-ı hayat formülünü yazar gibi dikkatle yazdı söylenenleri. Dışarı çıkarken kuş gibiydi. Elindeki kitap listesini yokladı. İşte formül cebindeydi. Adam olmanın formülünü en azından bir sonraki tavsiyeye kadar almıştı işte. Sevinci sahaflara kadar sürdü. Listedeki kitapların birçoğunun yeni baskısı olmadığı gibi sahaflarda mevcudu da yoktu. Ne yaptıysa bulamadı. Bulamayınca bir haftalık süre uzadı, iki hafta oldu, üç hafta oldu, bir ay oldu, en nihayet iki ay sonra utana sıkıla kapıyı tekrar çaldı.
Gözlüklerinin üstünden bakan meraklı nazarlara hafifçe eğilerek selam verdi. Masanın önündeki boş koltuğa mahcup bir şekilde oturdu. Aklı fikri alıp da okuyamadığı kitaplardaydı. Muhatabı sigarasından derin bir nefes çekerken sordu:
- Nasılsın?
- İyiyim efendim.
Suçlu edasıyla verdiği cevabın kesikliği konuşmayı bitirmişti. Başını kaldırıp cürmünü itiraf etti:
- Kitapları okuyamadım efendim, satışları yokmuş, bulamadım.
- Hangi kitapları?
O an kendisinin muhatabına atfettiği merkeziyetin bir karşılığı olmadığını hissetti. Tamam, ümmetin büyük dertleri omzundaydı ama hiç mi iraptan mahalli yoktu yahu? Usta hiç çırak aramaz mıydı? Çırağın ustayı aradığı gibi en azından? Sonra muhatabının büyüklüğünü kendisini merkeze alıp almaması ile tayinin ne kadar bencilce bir şey olduğunu düşünecek ve kendisi ile dalga geçecekti.
- Efendim, beş adet kitap ismi vermiştiniz, oku gel, demiştiniz.
- Ver bakayım neymiş onlar?
Listeyi uzattı. Muhatabı gözleri kısık bir müddet listeyi inceledi.
- Deseydin ya bana oğlum yokmuş mevcutları diye. Al şu bir tanesi, dur diğerinden de şurada olacaktı bir tane…
Kitapları içinde yeni bir sevinç dalgası ile aldı.
- Demir leblebidir bak bu ikincisi, tetkike muvaffak olabilirsen bravo…
- İnşallah efendim.
Muhatabının gözleri kısık kendini süzüşünü ilk göze girme anını yaşadığı şeklinde yorumladı. Önündeki kitap formalarının bir kısmını uzatışına kayıtsız kalmadı, hemen uzandı ve çıktıları aldı:
- Al bakayım şunları, sesli oku da dinleyelim.
Muhatabının isminin yazılı olduğu bir şiir kitabıydı.
- Matbaaya gidecek artık. İlk şiir kitabım. Basılacak ama alaka görür mü bilmem. Efkârı umumiye anlayacak o elindekilerin ne büyük şiirler olduğunu ama geç olacak geç.
Oku bakalım. Okumaya başladı. Arada başını kaldırıp muhatabına bakıyor, ifadelerin yüzünde meydana getirdiği tesire hayret ediyordu. Bu kendisinden geçmiş gibi dinleyişin kendi okuması ile alakasının olmadığı açıktı. Bir ara durdu.
- Efendim şu kelime yanlış yazılmış.
Sihir bir anda bozuldu, muhatabı sanki kükredi:
- Tashih mi var diyorsun yani, nasıl olur, nasıl olur; baskıya gidecekti bunlar yahu?
Kalktı ve yanlış yazılan kelimeyi gösterdi.
- ……… herifler, kaç kez dedim bunlara?
Muhatabının ondan sonraki patlayışını, dizgicisinden musahhihine, matbaacısından yayıncısına bir dizi insanı ilginç sıfatlarla anışını bir parça dehşet hissi ile izledi. Film kopmuştu; o keyif gitmiş, istifade ortamı kalmamıştı. Yavaşça kalktı, tam kapıdan çıkacakken muhatabının sesini duydu:
- Sende yazarlık kumaşı var, dikkatli çocuksun, aferin.
Dönüp bakamadı bile. Gidiş o gidiş, bir daha o kapıdan içeri giremedi. Sonraları “görmeseydim o tashihi, belki daha çok istifade ederdim” diye hayıflanıp durdu ama listedeki kitaplara hâlâ başlayamamış olmasının sözünü hiç etmedi.