
Farsçada hâce Türkçede hoca şeklinde söylenmekte. Hâcenin çoğulu hâcegân. Pehlevice hutây “huda, tanrı” kelimesinden küçültme eki –ce ile oluşturulan hutâce’den hâceye dönüşerek ortaya çıktığı söylenmiş ise de pek kabul görmemiş. Fuad Köprülü kelimenin Farsçadakiyle aynı anlamlara sahip olan Türkçe koca kelimesinden de gelebileceği sorusunu ortaya atmış. Nitekim Oğuz kabileleri arasında da tıpkı Farsçadaki gibi koca “yaşlı ve saygıdeğer kişi”ler için kulanılıyormuş. Ak Orda ve Gök Orda hanedanları ve Çağatay hanları içinde hâce unvanlı hükümdarların bulunması kelimenin Türkçe olabileceğini düşündürüyor. Bütün bunlara rağmen kelimenin kökeni konusunda bir görüş birliği yok.
Selçuklular devletin birinci adamı ve sultanın mutlak vekili olan vezire “hâce-i büzürg (büyük hoca)” derler. Mesela Nizamü’l-mülk’e de hâce-i büzürg ya da sadece hâce denilir. Selçuklularda hoca lakabının askeriyede ise kullanılması yasakmış.
Hâce kelimesi Farsça literatürde hâce-i cihan, hâce-i kâinat, hâce-i rusül, hâce-i âlem terkipleri içerisinde Hz. Peygamber için kullanıldığı görülüyor. Türkçede ise lakap olarak hem özel isimden önce Hoca Ahmed, Hoca Dehhani, Hoca Nasreddin, Hoca Sa’deddin gibi hem de daha çok son zamanlarda özel isimden sonra Nasreddin Hoca, Ahmed Hoca, Hasan Hoca gibi kullanıldığı görülüyor. Ayrıca tarikatlarda birçok tarikat büyüğü ile şeyh ve piri bu unvanla anılırken kelimeye çoğul şekliyle “hatm-i hâcegân, silsile-i hâcegân” gibi terkipler içinde yer verildiği de görülmüş.
Osmanlı’da da şehzade tahta çıktığı zaman ders aldığı âlimlerden birini kendisine hoca olarak seçer ve bu kişi “hoca-i sultânî, padişah hocası” unvanıyla anılır, teşrifatta da şeyhülislama denk kabul edilirmiş. Bunların çocuklarının tahsilleri, göreve tayinleri ve kendilerine tanınan imtiyazlarla ilgili Fatih Kanunnamesi’nde yer alan ve giderek yaygınlaşıp gelişen düzenlemelere “Hocazâdeler Kanunu” denilmiş.