Eskiler, okunmayan kitabın, ahrette sahibine davacı olacağı düşüncesiyle, kitaplık rafında okunmadan duran her kitaptan rahatsızlık duyarlarmış. Bir çeşit vicdan azabı sanırım.
Ufak çapta bir araştırma yaparken karşıma çıkan bir kitap vardı. Zamanın kıymetini bilmeye yönelik. Zaman herkese eşit dağıtılan bir nimet olsa da (gerçi görecelidir şu zamanın geçişi) genelde hepimizin kullanmakta acemiliğe ve israfa düştüğümüz bir mevzudur. Zamanı kullanmayı değil, vakti harcamayı, geçirmeyi biliriz genelde.
Yazarının adı kitap hakkında, el yazması, sarı sayfalar ve aheste fakat diri geçen bir zamandan çıkmış hissi uyandırmaya yetiyor. Birkaç gün geçmedi ki, kitabı bir arkadaşımın elinde gördüm. Şaşırdım tabi. Araştırmayı onun için yapmıştım ve bu kitaptan ona benim bahsettiğimi düşündüm. Halbuki o fuarda denk gelmiş ve almış. Tevafuk ya da pişti yani.
Şimdi zamanda bir kılıç darbesi ile geçit açılmış ve kitap kısa süreliğine hafif tozlu rafından ayrılıp Sultanahmet fuarına misafir olmuş gibi geliyor bana. Ve kum saati akmaya devam ediyor. Eğer hemen gidip almazsam, bir daha asla karşıma çıkmayacakmış gibi.
Kitap almak elbette önemlidir. Fakat tabi ki okumak ve hatırda kalan üç beş cümleyi hayata tatbik etmek çok daha önemlidir. Zaten biz kitap hakkında, bu kitabı ilk önce gören kimdi diye yarışa girişmişken, bir diğer arkadaş “önemli olan okumak” demesin mi?! Eyvallah..
Tabi her kitap okumak için alınmaz. Öyledir evet, inanmıyorsanız kütüphanenize bakın. Üşenmiyorsanız okuduklarım ve okumadıklarım/okuyacaklarım ayrımı yapın. Gerçi eskiler, okunmayan kitabın, ahrette sahibine davacı olacağı düşüncesiyle, kitaplık rafında okunmadan duran her kitaptan rahatsızlık duyarlarmış. Bir çeşit vicdan azabı sanırım. Terazinin bir kefesinde de bu var.
Kitapları şimdi başvuru kitapları, kaynak kitaplar, cildi harika kitaplar, mis kokulu kitaplar, önsözü muhakkak okunması gereken kitaplar, her baskısı alınmalı kitapları, yazara destek olunmalı kitapları, kütüphanemde görmezsem rahat edemem kitapları, kitap olsun yeter kitapları olarak ayırmaya başlamayalım. Çünkü başlanmadığı hali ile bile uzar bu mevzu.
Kitaplar nerelerden alınır? Arkadaşınızın, dayınızın kütüphanesinden ödün-çaldıklarınız dışında? Genelde iyi okuyucunun muhakkak sahibini tanıdığı bir kitabevi vardır. Gider, elindeki listeyi uzatır, olanları alır, olmayanlar onun için getirtilir. Sessiz ama güvenli bir iletişimdir bu. Böyle okuyucular karpuz satıcılarına pek uğramaz. En fazla başka kitaplar görmek için uğrar ama onlardan mecbur kalmadıkça kitap almaz. Onlar mı? Onlar bir kitabı sorduğunuzda bilgisayar kayıtlarına bakmak zorunda olan kardeşlerimizdir. Zaten yazarın ya da kitabın adını bir türlü telaffuz edemezsiniz onlara. Sonunda o zaten yanlış girer ismi ve “o bizde yokmuş” der, siz de “ben zaten hiç bilmiyorum konuşmasını” der çıkarsınız dışarı.
Fuarlar ise biraz daha heyecan demektir. Saksıdaki çiçeklere alışmış birinin, çiçek tarlası ile karşılaşması gibi. Fakat kıvam önemli. Çok sakin olur da, standdaki tek müşteri! siz olursanız, ensenizde bir görevlinin varlığını hissediyorsunuz. Çok kalabalık olursa da kitaplara ulaşmanız zorlaşıyor. Zor mesele tabi o vakti tutturmak ama imkansız da değil.
Hasılı sayın okuyucu, haydin kitap almaya gideyim/lim. Sonra da okuruz. Tersi de olabilir.