Yahudilerin Kudüs ve çevresiyle ilgili taleplerini gündemde tutuyoruz. Onların ‘işgal’ ve ‘gasp’ları üzerinde uzun edebiyat manzumeleri döktürmekle meşgulüz. Ama mesela “Abdülkadir el-Hüseynî kimdi?” sorusunu kaçımız cevaplayabiliriz? “Büyük Britanya’nın üst üste yayınladığı ‘Beyaz Genelge’ler, Filistinli Müslümanlara ne getiriyordu?” diye sorsak, cevabımız var mı?
Hitler Almanyası’nın Yahudilerle görmeye çalıştığı hesabın üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmişti. İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizmann, 16 Ocak 1996 tarihinde, Alman Parlamentosu’nda, hem de İbranice olarak şu konuşmayı yaptı:
“Mısır’da köleydim.
Sinay Dağı’nda Tora’yı aldım.
Yeoşua ve Eliya ile Yarden Nehri’ni geçtim. David ile Yeruşalayim’e girdim. Zedekya ile sürgün edildim.
Ve Babil’in nehirlerinin kıyılarında iken bunu unutmadım.
Tanrı Siyon tutsaklarını geri getirdiğinde, kalıntılarını inşa edenlerin arasında düş kurdum.
Romalılarla çarpıştım ve İspanya’dan kovuldum.
Mainz’de kazığa bağlanıp yakılarak öldürüldüm.
Yemen’de Tora okudum ve Kishinev’de ailemi yitirdim.
Treblinka’da kül oldum, Varşova’da baş kaldırdım ve sürüldüğüm, doğduğum, geldiğim ve geri döndüğüm İsrail topraklarına göç ettim.
Atalarının izlerini takip eden gezgin bir Yahudi’yim.
Ve tıpkı onlara oralarda eşlik ettiğim gibi, atalarım da şimdi benimle burada duruyor.
Omuzlarında anıların pelerini, elinde umudun asası ile gezgin bir Yahudi’yim.
Yirminci yüzyılın sonunda, zamanın büyük dört yol ağzında duruyorum.
Nereden geldiğimi biliyorum ve umut ve endişe ile nereye gittiğimi bulmaya çalışıyorum.
Hepimiz bir anı ve dua halkıyız.
Sözcükler ve umut halkıyız.
Ne imparatorluklar kurduk, ne kale ve saraylar inşa ettik.
Yalnızca üst üste sözcükler yerleştirdik.
Fikirler oluşturduk.
Anıtlar inşa ettik.
Yeniden inşa edilmiş Yeruşalayim’in, birleşmiş Yeruşalayim’in, bizi zamanımızda hızla kabul ettirecek barışın özlem kulelerini düşledik.”
* * *
Bu konuşma, Yahudilerin neden ve nasıl başarılı olabildikleri sorusunun en pratik cevabı gibi gelir bana hep: Devamlı acıları gündeme getirmek, nereden geldiğini unutmamak / unutturmamak ve hiç sönmeyen bir umut.
Dikkat edilirse Yahudi mantığında hep istikbal düşüncesi var. Hep daha ilerisi. Hep vaad. Vaad edilmiş topraklar. Vaad edilmiş zaferler. Vaad edilmiş dünya hâkimiyeti.
Hiç boşuna bu inancın yanlışlığını filan tartışmayalım. İşe yarıyor mu? Yarıyor! Hem de gayet güzel yarıyor.
Peki, biz ne yapıyoruz ‘tarih bilinci’ kazanmak/kazandırmak için? Geçmişteki büyük zaferleri, savaşları, fethedilen ülkeleri hatırlayıp, “ecdadımız ne büyüktü…” diye başlayan konuşmalar yapıyoruz. İşe yarıyor mu? Ne yazık ki yaramıyor!
Tamam, övünülecek bir tarihe sahip olmak güzel bir şey. Ama, gelinen şu noktada, tarihle övünüp durmak bir işe yaramıyor.
Laf aramızda, tarihleriyle övünme konusunda Yahudilerin de epey hakkı var. Çünkü kıyamete kadar saltanatının ihtişamına kimsenin yetişemeyeceği Kur’ân tarafından da tasdik edilen Hz. Süleyman, İsrailoğulları’na mensuptur. Soyca onlardandır. Kurduğu devletin de, adalet ve görkem bakımından eşi-benzeri yoktur.
Buna rağmen, Yahudiler, kendi nesillerini bu ihtişam hikâyeleriyle değil, en ezilmiş zamanlarındaki acıklı hikâyelerle motive ediyorlar. Biz ise, tarihi ecdadımızın zaferlerinden ibaret sanıyoruz. Ve zaferi kazananlar da onlar oluyor. Ne acı!
* * *
Yahudilerin en önem verdikleri bilim dalları tarih, arkeoloji, antropoloji, sosyal bilimler ve coğrafya. İsrail üniversiteleri, bu alanlarda sessiz ve derinden çalışmalar yürütüyorlar. Elde ettikleri her bulguyu kendi varlıklarını ispatlama ve sağlamlaştırma yolunda kullanmaları bir yana, dünya literatürüne de ciddi katkılar sağlıyorlar.
Biz Müslümanlar olarak, Yahudilerin Kudüs ve çevresiyle ilgili taleplerini gündemde tutuyoruz. Onların ‘işgal’ ve ‘gasp’ları üzerinde uzun edebiyat manzumeleri döktürmekle meşgulüz. Ama mesela “Abdülkadir el-Hüseynî kimdi?” sorusunu kaçımız cevaplayabiliriz? “Büyük Britanya’nın üst üste yayınladığı ‘Beyaz Genelge’ler, Filistinli Müslümanlara ne getiriyordu?” diye sorsak, cevabımız var mı? Kudüs’ün statüsü konusunda neler söyleyebiliriz? ‘İşgal’ olarak adlandırdığımız sürecin nasıl yönetildiğine dair bilgimiz ne durumda?
“Kudüs’ü hainlerden temizleyeceğiz / Canımız pahasına olsa da!” diyoruz. “Allah belâlarını verecek. Bu böyle gitmez. Zalimler, hainler…” diye de ekliyoruz.
Nasıl? Ne ile? Bilgi ile zenginleştirilip sabırla pişirilmemiş, gayretli ve disiplinli çalışmalarla olgunlaştırılmamış hayallerin gerçekleşme şansı var mı?