Arkadaş meclisleri, düşünce toplulukları, terbiye ocakları, dâvâ yoldaşları ve daha nice beraberlikler rastgele seçimler değil, bilinçli tercihler olmak durumundadır. Bu tercihlerde belirleyici kriterler de nefsimizin arzuları ve basit menfaatleri değil, Rabbânî ve nebevî ölçüler olmak durumundadır.
Kur’an-ı Kerim’de kıssalar önemli bir yer tutar. Kıssanın hedefi, hikâye ya da tarihi bir hadiseyi anlatmaktan ibaret değildir. Anlayana nice nice ibretler, hikmetler, mesajlar ve hayat prensipleri sunar. İdrâk ve tefekkür dünyamıza sayısız pencereler açar. Elbette bakmasını, görmesini bilene ve bir de “ülü’l-elbâb” olana; yani özü çürümemiş, idrâki imanla nurlanmış olana…
Tarih, haklarında helâk hükmü verilmiş nice toplulukların ibretlik akıbetlerine şahittir. Helâk emri geldiğinde, o felâketin içinden salimen kurtulanlar da vardır. Kurtulanlar esasen kurtarılmış olanlardır. Hem de âlemlerin Rabbi tarafından. Şimdi peş peşe meallerini sunacağımız şu âyetlere bir nazar edelim:
“Kavmi onu (Nûh peygamberi) yalanladı. Biz de gemide onu ve onunla beraber bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk.” (Araf Suresi, 64)
“Musâ’yı ve onunla beraber olanların tamamını kurtardık.” (Şuarâ Suresi, 65)
“Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık.” (Hûd Suresi, 58)
“(Helâk) emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle helâktan ve o günün rezilliğinden kurtardık.” (Hûd Suresi, 66)
“(Azap) emrimiz gelince, Şu›ayb›ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd Suresi, 94)
Dikkat edilirse bu âyetlerin hemen hepsinde tekrarlanan ortak bir mesaj vardır ki o da şudur: “Bir Hak adamının yanında bulunanlar, netice itibariyle onunla aynı kadere ortak olmuşlardır.”
Beraberlik, tâbi olunanın, izinden gidilenin bir parçası olmak anlamına gelir. Bu hakikat, İbrahim aleyhisselâm-’ın dilinden Kur’an-ı Kerim’de şöyle nakledilir:
“Rabbim!.... Artık kim bana uyarsa, o bendendir.” (İbrahim Suresi, 36)
İbrahim aleyhisselâm’ın dilinden kurulan bu cümlede şu incelik dikkat çekicidir: “Bana uyan benden bir parçadır”.
Bu âyetlerden anlaşılan odur ki, kim kimin izinden gider ve kiminle beraberlik yaşarsa, neticede onunla bütünleşir ve âdetâ ondan bir hücre hâline dönüşür. İzinden gidilenin âkibeti, izinden gidenlerin de âkibeti olur. Önemli olan bu beraberliğin ne olduğu ve nasıl gerçekleşeceğidir.
Kur’an-ı Kerim bu beraberliğin inanç, amel, davranış ve duygularda ortak bir beraberlik demek olduğuna dikkat çeker. Bedenlerin yan yana bulunması anlamındaki beraberlik de önemlidir; ancak bunun nitelikli beraberlik sayılabilmesi, ancak mana beraberliğinin bulunmasına bağlıdır. Şu misaller bu hakikatin apaçık bir beyanıdır:
“Bunun üzerine biz Lût’u da, onun ev halkını da kurtardık, ancak karısını değil, o geriye kalıp (gazaba uğrayanlardan) oldu.” (Arâf Suresi, 83)
“Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: «Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin». Allah da şöyle buyurdu: «Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” (Hûd Suresi, 45-46)
Bedenler yan yana bulunmasa bile inanç, amel ve hedef birliği mevcutsa, zaman ve mekân farklılığı büyük bir kayıp sayılmaz. Asırlar geçse de, diyar diyar uzaklık söz konusu olsa da beraberlik yine de tesirini icra eder. Nitekim kültürümüzdeki “Yemen’deki yanımda, yanımdaki Yemen’de” sözü bu hakikatin vecize hâline gelmiş bir ifadesidir.
Bu sırr-ı maiyyet yani beraberlik feyzi, iyi değerlendirilebilirse, kişi için ne büyük bir fırsat ve ne yüce bir nimettir. Yüzyıllar sonra bile peygamberlerin ve salihlerin kurtuluş gemisinde yer almaya imkân veren ve onların safında bulunmaya vesile olan bu ulvî değer ne ile ölçülebilir ki?
Bu beraberlik, iyilerle gerçekleşirse, elbette kişiyi onlarla bütünleştirecek ve onların bir parçası kılacaktır. Aynen bunun gibi inkâr öncüleri ve etrafları ile beraber olanlar da neticede elbette onlardan sayılacaktır. Şimdi de bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’e bir nazar edelim:
“…Fi”ravun (işkence etmek ve öldürmek suretiyle) onların (israiloğullarının) kökünü kazımak istedi. Biz de onu ve onunla beraber olanları hep birden suda boğduk.” (İsrâ Suresi, 103)
“Şüphesiz Allah, kâfirlere lânet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: «Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resûl’e itaat etseydik.» Ve «Ey Rabbimiz!» diyecekler, «Biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk, bizi doğru yoldan uzaklaştıranlar onlardır! Ey Rabbimiz! Onlara iki misli azap çektir ve rahmetinden tamamen mahrum bırak!» (Ahzâb Suresi, 64-68)
Netice olarak tarafını seçmek, kişinin kendi hayatı adına alacağı en önemli kararlardan biridir. Hangi liderliğin peşinde yürünecek ve nasıl bir halkanın içinde var olunacak? İşte bu alanda yapılacak tercih, sadece dünya hayatı adına değil, aynı zamanda ebedî hayatın sonucunu da etkileyecek ciddi bir tercihtir. Arkadaş meclisleri, düşünce toplulukları, terbiye ocakları, dâvâ yoldaşları ve daha nice beraberlikler rastgele seçimler değil, bilinçli tercihler olmak durumundadır. Bu tercihlerde belirleyici kriterler de nefsimizin arzuları ve basit menfaatleri değil, Rabbânî ve nebevî ölçüler olmak durumundadır.