
“De ki herkes şâkilesi (fıtrat, mizaç, tabiat, yaradılış) üzere iş yapar…” (İsra, 84)
Bir zaman sana bir soru sormuştum, can yakıcı: 6,5 milyar insan içerisinde seni özel kılan nedir? Nedir ayrı bir can ve bedenle yaratılmandaki hikmet… Her şeyi yaratanın bir de “sen” yaratmasındaki murat? Bu kadar insana bir de “sen” eklemesindeki sır… Sormuş ve eklemiştim: “Cevap sadece “sen”de gizli. Seni, diğerlerinden ayıran niteliklere bakacaksın. Kimden, ne kadar ve hangi açılardan farklısın? Üstün yanların, zaafların, kısacası biricikliğin” demiştim. Seni yaratanın muradını ancak burada bulacaksın.
Bugün daha farklı bir şey söyleyeceğim… Dünyayla senin arandaki ilişkiye dair bir şey… Bil ki içinde bulunduğun şu devranın… Ancak senin müdahalenle sağaltılabilecek… Ancak seninle anlamlı hale gelebilecek bir yanı var. Ancak senle anlaşılabilecek bir “veche” ki… Sadece senin müdahaleni beklemektedir. Senin harekete geçmenden başkasına kayıtsız… Sadece senin adımını bekleyen, seni bekleyen… Ancak seninle anlam kazanacak bir “şey” var. Sensiz kimseye bir şey ifade etmeyecek bir “şey”…
Şöyle anlatayım: Mesela insanların hepsi… Neden yaratıldığını anlasalar da kollarını sıvasalar… İnanarak ve gönülden imar, inşa ve ihya etseler… Ama sensiz yapsalar bunu, senin katkın bulunmasa… Sadece senle ortaya çıkabilecek o “şey” eksik kalacak. Bir şey noksan olacak, bir yerde kusur olacak. Bedeli ödenecek bir maliyet çıkacak ortaya… Dünya, insanlar ve zamanın ceremesini çekeceği… Ama faturası sadece sana mahsus bir noksan olacak.
Öyledir, çünkü sadece sana has o özel cevabın… Bu dünyaya temas eden bir tarafı var. Bu dünyada, bu insanlar arasında ve bu zamanda… Seninle ilişkili tayin edilmiş bir sorumluluk var… Ancak senin ayağa kalkmanla hallolacak… Ancak senin yürümenle onarılacak… Ancak senin müdahalenle düzelebilecek… Ancak senin sen olmanla ifa edilecek bir vazife var. Bir vazife ki sadece senden bekleniyor... Bir vazife ki dünyada sadece sana yükleniyor... Öyledir, çünkü katkını başkasından bekleyemeyiz. Ancak senin yapabileceğin bir işi, bir vazifeyi… Kime tahvil edebilir, kime yükleyebiliriz ki? Kim, kimin yükünü taşıyabilir ki şu âlemde? Çünkü herkeste farklı bir mana saklıdır. Herkeste bir farklı zamir, bir farklı ruh… Bir “şakile” ki yaptığını sadece sana has kılar. Bir “şakile” ki sorgusu özel, cezası sadece sanadır.
Öyleyse kalk ayağa, vazifene başla tez elden… Sadece seninle düzelebilecek yanını şu dünyanın… Keşfet ve başla imar etmeye, ihmal etmeden! Dünyanın sana bakan vechine yönel de… Anla niye gönderildiğini ve neye müdahale edeceğini… Elinle, dilinle, kalbinle neyi düzelteceğini… Erteleme, üşenme, vazgeçme, erinme… Bil ki zulüm niye geldiğini bilmemektir. Niye geldin, neye geldin, nereye geldin? Ne zalim ol, ne zulme gözlerini kapat… Dünyanın sadece seninle düzelecek yanı… Yani vazifene yönel de göster ahde vefanı.
Bil ki herkes “şâkilesi” üzere iş işler… Yaptığın, ettiğin, işlediğinle biriciksin. Tıpkı ellerin, gözlerin ve kalbin gibi… Nedir “şâkilen”, nedir dünyaya bakan yanın? Anlamalı, öğrenmeli, bilmeli, keşfetmelisin. Sadece seninle düzelecek o özel noksanı bul! Nerededir seni bekleyen o biricik görev, anla! Hangi işin adamısın, yerin nerededir? Nerededir seni bekleyen, ebediyet anahtarı vazife?