Ömer Öztürk
AVM asrına da AVM sahibi bir başkan gider değil mi (!) Özel mülkiyet eken Trump biçer.
Yıllar evveldi… Müdavimi olduğum sahaf dükkânlarından birinin vitrininde mütemadiyen şu yazıyı okurdum: “Akıllı insan hem kitapları hem de hayatın ta kendisini okur.” Kitapları olduğu kadar, hayatı da okumayı başarabilmiş mutlu azınlık, yeni Amerikan başkanının Donald Trump olacağının çoktan idrakine varmışken, gâfil ekseriyet “Hillary Clinton kazanacak” demişlerdi. Onlar düşünmüyorlardı ki, Kuzey Amerika tarihinin hiçbir devresinde kadın başkanın bir örneği daha yoktu... Yoktu da şimdi bundan sonra mı olacaktı? Amerikan başkanlığına hem yırtıcı, hem acımasız, hem de tuttuğunu koparan bir âdemoğlu lâzımdır. Trump gibi etçil bir medeniyeti temsil eden yüzü gözü kanlı-canlı bir adam dururken, hep otla beslenmişçesine hilm (yumuşak huy) sahibi, başını emme-basma tulumba gibi sallayan, çelimsiz Obama ya da hem eşi Bill hem de mevcut vazifesinden dolayı fazlasıyla tecrübe edilmiş Hillary gibi bir Havva kızına ne gerek vardır? Amerikan halkı işini bilir.
Bense Trump ile çok seneler evvel tanışmıştım. Yazarlığa ve kitap çevirmenliğine yeni başladığım yıllara tesadüf eder. Sene 2005. Cağaloğlu’nda ismi lazım değil bir yayınevine İngilizceden kitap tercüme ediyordum. Bir gün de önüme Donald Trump’ın (İngilizce bir kelime “Tramp” diye telaffuz edilir ve ne gariptir ki, “yalan uydurmak”, “bahane uydurmak” gibi anlamlara gelir.) biyografisini yâni hayat romanını ele alan bir kitap koydular. “Al bunu çevir getir” dediler. Fena da ücret ödemiyorlardı. Kitabın adı “The Apprentice.” Türkçesi Çırak. Evet çırak. Neden derseniz? O zamanlar yani 2005’lerde Trump dünyada emlak kralı olarak tanınıyordu. Bugünkü gibi başkanlık falan nerede? Daha böyle bir şey ihtimal dahilinde bile değildi. Trump’ı emlak krallığına götüren yolun başlangıcı çıraklıktan geçiyordu. Dünün çırağı tırnaklarıyla kazıya kazıya ve eşsiz hırsıyla bastıra bastıra emlak devi olmuştu. Yakın bir tarihte bizde de Mecidiyeköy’de Trump Towers’ı açtı ya. 2005 yılında Türkiye televizyonlarında onun bu hikâyesinden yola çıkan bir program gösteriliyordu ve ismi de “Çırak”tı. Yayınevi sahipleri hazır Trump ve bu program gündemdeyken kitabın çıkışı da aynı döneme denk gelsin, daha çok ilgi görsün gibilerden düşünmüşlerdi herhalde.
Gel zaman git zaman, baştan bir 30-40 sayfa çevirdim ama açıkçası iş içime pek sinmedi, projeye ısınamadım, iş yattı, kitap piyasaya çıkamadı. Her işte bir hayır vardır. O yüzden bazen hayır demeyi de bilmeli.
Hatıramın özeti işte bu kadardır. Şimdi aktüel hâdisemize biraz daha göz atalım: Kimileri diyor ki, Trump’ın başkanlığı dünyayı karıştırır, Amerika’nın sonu gelir. İyi de dünya zaten şimdi de karışık değil mi ki; bundan sonra daha ne kadar karışacak? Eee, AVM asrına da AVM sahibi bir başkan gider değil mi (!) Özel mülkiyet eken Trump biçer. Bu saatten sonra, Hz. İsa gibi bir yanağına tokat atana ötekini de uzatan biri gelecek değil ya. Amerika’da bugün de toplumsal karışıklıklar alıp başını gitmiş değil mi? Siyahİ Obama’ya rağmen, Siyahiler ezilmiyor, hatta öldürülmüyor mu? Bundan daha kötü ne olabilir? Ayrıca şunu asla unutmamalıyız: Amerika’da başkanlar yedi yıllığına seçilirler; ondan sonra kralı gelse onları orada bir gün daha tutamaz. Hem Amerikan başkanları bir yerde atanmış kamu görevlileri gibidirler. Demokrasinin alabildiğine yerleşip kök saldığı bir Amerika’da şahsî nüfuz ve otoriteleri kısıtlıdır, hele onlara asla diktatörlük atfedilemez. Onlar halkın arasında gezerler, görev süreleri dolunca adeta sivil halk statüsüne avdet ederler. Amerika’da son sözü hep kongre söyler, partiler bile teferruattır. İşte Trump’a da bu gözle bakarsak, mesele zaten kendiliğinden hallolunmuş olur.
Orası Amerika. Orada çalışıp çabalayan her halk çocuğu başkan olabilir. Bir zamanlar Hollywood’da üçüncü sınıf kovboy filmlerinde aktörlük eden Ronald Reagan bile başkan olmuştu, Trump olmuş çok mu?