“Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında.”
Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda doğar. Babası nüfuzlu biridir. Abdülhamit ve 2. Meşrutiyet dönemlerinde Devlet-i Âlî’nin çeşitli yerlerinde kadılık yapar. Bu yüzden çocukluğu ve gençliği farklı yerlerde ve kültür ortamlarında geçer. Okulu da doğal olarak sık sık değişir. Ailenin üç çocuğunun en küçüğüdür.
Okumaya dair hevesi çok küçük yaşlarda başlar. 1914-16 yıllarında Kerkük’te iken basılı tarih kitaplarını, Kısas-ı Enbiya’yı, Cezmi’yi, Monte Kristo’yu, Servet-i Fünun sayılarını ve kitap serilerini okuduğunu anlatır. Okuduklarının etkisiyle yavaş yavaş bir hülya adamına dönüşür.
Kendi hâlini, “Meyve bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.” diyerek anlatır. Başka bir yerde de “Ben edebiyatçı olmak istemedim, şartlar beni buna zorladı.” diyecektir.
Cumhuriyet’in İlk Öğretmenlerinden
Eğitimine İstanbul’da, Ravza-i Maarif’te başlar ve Sinop, Siirt, Vefa, Kerkük ve Antalya’da devam eder. Annesi sık seyahatlere artık dayanamaz ve Tanpınar henüz 14 yaşında iken annesini tifüs hastalığından kaybeder. Annesinin vefatı O’nu çok sarsar. Derin izler bırakır. 1919’da bugünkü İstanbul Üniversitesi’ne girer. Yahya Kemal’e büyük muhabbeti vardır, O’nun edebiyat fakültesine kaydolur. Mezun olduktan sonra Erzurum, Konya, Ankara gibi illerin liselerinde öğretmenlik yapar. Yaklaşık 10 yıl sürer öğretmenliği. Cumhuriyet’in ilk dönem öğretmenlerindendir. Ardından Ahmet Haşim’den sonra boşalan Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki sanat tarihi hocalığı teklif edilir. Estetik ve mitoloji dersleri verir burada. Aynı anda Amerikan Koleji’nde Türk edebiyatı dersleri okutur. Bu dönemde Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi Tecer ile sabahlara kadar süren şiir ve estetik sohbetleri yaparlar.
Ankara’da yaşadığı yıllarda öğretmenlik yaparken okulun mûsiki bölümünde yer alan 200 kadar plaktan ve oradaki Alman hocalardan klasik Batı müziğine aşinalığı başlar. Yahya Kemal’in ülkeye dönüşünden sonra birlikte geçirdikleri vakitte ise klasik Türk mûsikisine ilgi duyar. Böylece zihninde iki kültürün terkibi ya da armonisi fikrinin nüveleri teşekkül etmeye başlar. Bu terkip ve armoni fikri ileride O’nun “Huzur” isimli romanına ve pek çok yazısına ana rengini verecektir. Gelgelelim o dönemki tüm fikir işçilerinin temel meselesidir bu: Batıyı mı taklit edelim yoksa yerli kalarak mı bu zamanı yaşayalım?
Maraş Milletvekili Oldu
Tanzimat’ın 100. yılı vesilesiyle Yeni Türk Edebiyatı ismiyle kürsü kurulur. O zamanki Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Tanpınar’ı profesör olarak bu kürsünün sorumluluğuna atar.
Siyasete pek hevesi yoktur ama dostlarının ısrarıyla 1942’deki ara seçimlerde Maraş’tan aday olur ve milletvekili olarak meclise girer. Türkiye henüz o yıllarda demokrasi, milli irade gibi kavramlarla tanışmadığı için tek parti olan CHP’nin milletvekili olarak meclistedir. Vekilliği aktif geçse de bir sonraki seçimde aday gösterilmez. Kısa bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı’na müfettiş olur. Güzel Sanatlar Akademisi’ne tekrar döner ve hayatının sonuna kadar çeşitli yerlerde edebiyata dair dersler verir.
52 yaşına geldiğinde Avrupa’ya gitme fırsatı bulur. Paris başta olmak üzre, Belçika, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, Portekiz ve İtalya’ya gider. Sadece kitaplardan tanıdığı Avrupa’yı ama daha çok insanını ve fikriyatını yakından görme imkanı bulur. Dostlarına yazdığı mektuplardan biliyoruz, özellikle Paris’te kaldığı yıllarda hep ruhunun daraldığını anlatır. Ve pek çok mektubunda maddi sıkıntılarından bahseder. Maaşının, gönderilen paraların artması için yardımcı olun der. Şaşırtıcı derecede çoktur bu tür ricaları.
Şiir Susma İşidir
Edebiyatın hemen her türünde eserler verir. Şiir, roman, deneme, eleştiri, hikaye, inceleme, gezi, araştırma, edebiyat tarihi gibi alanlarda yazar. Mimari, heykel, resim, müzik ve hat başta olmak üzere sanatın hemen her dalına ilgi duyar. Özellikle mûsikiyi çok sever. Şiirleriyle öne çıkmak istediğini söylese de roman ve gezi türündeki çalışmaları onun vitrini olur. Ama düz yazıda bile şairane bir üslubu vardır. İlk makaleleri şiir üzerinedir mesela. Akademik çalışmalarında bile bu şairanelik göze çarpar. “Şiir söylemekten ziyade bir susma işidir. Sustuğum şeyleri roman ve hikayelerimde anlatırım.”
Ömrünün sonlarına doğru otobiyografik bir mektup olarak yazdığı “Antalyalı Genç Kıza Mektup” şöyle başlar: “Ergani Madeni’nde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmaya başladı. Bir çeşit çok lezzetli hayranlık içinde kalmıştım. Bu ânı, her karlı günde hatırlar ve yağışı beklerim.” Varlığa karşı bir empati duygusu vardır burada. Aynı hâl Sinop’ta denizi, Siirt’te yıldızları temaşa ederek devam eder. İç dünyası alabildiğine geniş, hâyâl alemi derin ve uçsuz bucaksızdır. Bir de bunun üzerine ölüm ve acı duygusunu ekleyiniz.
“Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanı vermiyor.” gibi son derece isabetli görüşleri bugün de geçerliliğini sürdürüyor. Enis Batur, Oğuz Atay, Orhan Pamuk başta olmak üzere pek çok yazarı etkilemiştir. Fakat kitaplarının Dergâh Yayınları’ndan çıkmasından ve daha çok sağ kesim tarafından sahiplenilmesinden ötürü sol camiada yeterince ilgi görmemiş, tartışılmamış hatta yakın zamana kadar geniş bir kesim tarafından dikkate alınmamıştır.
“Beş Şehir” Yeniden Yayımladı
Tanıpınar’ın eserleri, hayatı ve mektuplaşmaları üzerine çeşitli araştırmalar yapılmış ve pek çoğu kitap ya da tez olarak yayımlanmıştır. Tarih ve biyografi alanlarında eserler vermiş olmasına rağmen daha çok iki romanı ve bir denemesi ile tanınır. Beş Şehir, bir deneme ve gezi kitabı olarak hâlâ zirvededir. Konya, İstanbul, Ankara, Erzurum, Bursa şehirlerini anlattığı bu eseri onlarca baskı yaptı ve en son Dergâh Yayınları dönemin fotoğrafları ile birlikte yeni bir baskıyla okurlara sundu. Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise bana sorarsanız Türk edebiyatının en iyi romanlarından. Bu kitapların dünya klasiklerine girmemesi için bir neden yok. Geçen yıllarda ABD’nin en büyük yayınevlerinden olan Penguin, Tanpınar’ın kitaplarını İngilizce’ye çevirip bastı. Umarım diğer dillerde de kendine yer bulur.
Psikanaliz, Rüya ve Zaman
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Türkçe’nin zirvesi olarak görüyorum. Bunu özellikle son bir yıldır O’nun üzerine okumalar yaparken hissediyorum. Dili, üslubu, anlatım zerafeti, romanlarındaki kurgulaması, tahlil ve tasvirleri, bana öyle geliyor ki Türk edebiyatında zirve. Bunu söylerken şahsiyeti ya da yapıp ettiklerini değil yazdıklarını dikkate alıyorum. Saatleri Ayarlama Ensititüsü’ndeki psikanaliz ve zaman hakkındaki anlattıkları hem ufuk açıcı, hem de derin bir felsefi doku barındırıyor. Diğer eserleri için de aynısını söyleyebiliriz.
Basılan ilk kitabı “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”dır. Yıl 1943. Bu hikaye kitabını, 1944’te basılan “Mahur Beste” isimli romanı takip eder. 2 yıl sonra “Beş Şehir”, 5 yıl sonra “Huzur” ve ardından “19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi”, “Sahnenin Dışındakiler”, “Yaz Yağmuru”, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, “Şiirler”, “Yahya Kemal” monografisi, “Edebiyat Üzerine Makaleler”, “Yaşadığım Gibi” eserleri gelir. “Aynadaki Kadın” yarım kalmış bir roman olsa da 1987’de kitap olarak basılır.
Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz hocaların hocası Orhan Okay Hoca’nın kaleminden “Bir Hülya Adamı: Ahmet Hamdi Tanpınar” isimli kitap, Tanpınar’ı daha yakından tanımak için eşsiz bir fırsat. Zeynep Kerman’ın hazırladığı “Tanpınar’ın Mektupları” ve Besim Dellaloğlu’nun “Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Bir Tanpınar Fetişizmi” çalışması da O’nu daha iyi anlamak için mühim kitaplar.
Ocak 1962’de kalp krizi geçirerek Haseki Hastahanesi’ne kaldırılır. Durumu ciddidir. Ertesi sabah ikinci bir kalp krizine dayanamaz ve 61 yaşında vefat eder. Süleymaniye’de cenaze namazı kılınır. Rumeli Hisarı Kabristanı’nda, hocası Yahya Kemal’in yanıbaşına defnedilir. Mezar taşına meşhur şiirinden şu iki mısra yazılır:
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında.