Yahya Uyar
Bizi biz yapan fedakârlığımızdır. Bizden önceki salih insanlar “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur” düsturundan hareketle daima hayırda, güzellikte, iyilikte yarışmışlar, bitmek tükenmek bilmeyen bir aşk ile insanlığa hizmet etmişler.
Geçtiğimiz ay bir enstitünün hazırladığı gençlik raporuna göz attım. Araştırmaya göre gençlerin birçoğu cemiyet, topluluk vakıf gibi oluşumlardan çok bireysel hareket etmeyi, içe dönük yaşamı tercih ediyorlar.
Yani yardımlaşma, dayanışma, birlikte yaşama kültüründen çok kendi gelecek ve kariyerleri üzerine odaklanmaya yönelik yaşıyorlar. Yapılan bu değerlendirmelere göre içe dönük yaşam ve toplumdan kopukluk gelecekte daha da artacak gibi duruyor.
Her ne kadar son zamanlarda yaşanan vakıf ve cemaat suiistimalleri göz önünde olsa da pireye kızıp yorganı yakanlardan olmamalı. Çünkü insanın kendini tanıması, gerçekleştirmesi ancak cemiyet ve topluluk içerisinde kazandığı anlayış ve görgü ile artar ve güzelleşir.
Bugün önemli konumlardaki birçok yetişmiş insan deneyim ve kazanımlarını gençliğinde toplum adına yaptıkları proje ve aktiviteler içerisinde kazanmışlar.
Geleceğin usta isimleri, öncüleri de öğrencilik hayatında sivil toplumla bağ kurmuş, gönüllü faaliyetlerde yer almış insanlar içerisinden çıkacak.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla konuştum. Kendisi engellilerle alakalı proje sunan iki gence şu soruyu sormuş, ”Neden okulunuz bu kadar yoğunken böyle bir proje yazdınız?”
Aldığı cevap şu şekilde olmuş. “Biz bir şirketin en önemli kademesindeki yöneticiye gittik ve sizin gibi dürüst, şuurlu ve başarılı bir yönetici olmak istiyoruz, bize yol gösterir misiniz? diye sorduk. Aldığımız cevap ‘Geleceğin yöneticileri olmak istiyorsanız vakit kaybetmeden bir sosyal sorumluluk biriminde, projesinde görev alın’ oldu.” Bu iki genç bu cevap üzerine vakit kaybetmeden soluğu bir STK’nın proje biriminde almışlar.
“Gönüllülük çalışmaları çağımızın okçular tepesidir.”
Bu cümleyi üç yıl önce katıldığım bir konferansta duymuştum. Konferans çıkışı üzerine uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Konuşmacı neden üzerine basarak bu cümleyi kurmuştu diye. Sonra kendime şöyle dedim:
Bizi biz yapan fedakârlığımızdır. Bizden önceki salih insanlar “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur” düsturundan hareketle daima hayırda, güzellikte, iyilikte yarışmışlar, bitmek tükenmek bilmeyen bir aşk ile insanlığa hizmet etmişler.
Sürekli hayra koşma, hayırdan geri kalmama gibi bir ana gündemleri olmuş, dillerden dökülecek “Allah razı olsun” beyanının peşinde, huzuru ve mutluluğu bir başka gönlü imar ve ihya ederek kazanmaya gayret etmişler.
Hayırda öncü olmanın bin bir vesilelerini aramışlar. Bizler onlardan aldığımız güçle bayrağı daha ileriye taşımak ve bu mükemmel anlayışı yaymak için bugün aynı heyecan ve gayretle çıkar ve beklenti hesabı yapmadan bir başkasının gönlüne girmeyi murat etmeliyiz.
Bugün var olan birçok sivil toplum kuruluşu, yardım kuruluşları bu güzelliklerden hisse alabilmek adına büyük vesilelerdir. Bunun yanında ihtiyar bir komşumuza yardım etmek, çevremizdeki Suriyeli misafirlerimizle alakalı elimizi taşın altına koymak, bir yetimin, garibin başını okşamak, etrafımızdaki problemlere yönelik çözümler üretmek hayırda yarışmanın bir başka basamaklarıdır.
Son olarak şu bilgiyi paylaşmak isterim. Avrupa’da yapılmış bir araştırmaya göre gönüllülük, sosyal sorumluluk çalışmalarında yer alan insanların daha az stres ve depresyon sorunları yaşadığı gözlemlenmiş.
Çağrımız şu şekilde: “Gönüllü ol, huzuru bul, gönüllü ol, kariyer derdin kalmasın.”