Mustafa Kutlu`yu bilmeyen bir üniversite gençliği ile karşı karşıyayız, idealleri yok, yüzleri gülmüyor diye mızıkçılık oynayıp, oyundan çıkmak gibi bir lüksümüz yok. Çoğu zaman bu bizi karamsarlığa sürüklese de aslında yapacak ne çok iş var, işlerimiz vaktimizden çok deyip çalışmak durumundayız.
Birkaç öğrenci ile bir araya gelip, düzenli olarak kitap okuyalım, okuduklarımız hakkında konuşalım istedik. İlk derste sevdikleri, okudukları yazarları sordum. Özellikle yaşayan yazarlardan tanıdıkları isimleri merak ettim. Mustafa Kutlu`yu sordum. “A, evet o da var” demelerini ya da en azından böyle bir surete bürünmelerini beklerken, ilk defa duydukları bu isimi anlamlandırmaya çalışan yüzlerle karşılaştım. Bu öğrenciler üniversite eğitimi alan, almış ya da alacak olan arkadaşlar. En küçüğü 17 yaşında. Kitap okumak ve okunanlar üzerinde konuşmak için gönüllü olarak bir saatlerini ayırdıklarına göre kitaplarla haşır neşir olmalılar. Fakat yine de Mustafa Kutlu adı onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. En azından şimdilik.
Bu hadisenin şaşkınlığı, nedeni, niçini bir süre zihnimde takılı kaldı. Bir başka grup genç arkadaşla dergicilik üzerine sohbet etmek için başka bir yere davetliydim. Orada da mevzu bu konuya geldi ve yukarıda geçen arkadaşlardan bahsettim. Bu arkadaşlar biraz daha dergilerle, medya ile aşina kişilerdi. Mustafa Kutlu`yu duymayan insanlar var dediğimde onlar da şaşırdı ve fakat bir tanesi, kendisinin de bu ismi hiç duymadığını itiraf etmek cesaretini gösterdi. Mustafa Kutlu… Eylüllerde bir kitabı neşredilir, iyi hikayeler yazar, Dergah dergisini çıkartır. Hikayeleri, kitapları akşamüzeri köy yolunda hışırtılarıyla serinlediğimiz söğüt ağacı gibidir.
Gençlerle ilgilenen, onlarla bir şekilde hoca-talebe ilişkisinde olan ne kadar arkadaşım varsa, hepsi aynı durumdan muzdarip. Gençlerin öğrenme, bilme arzuları yok. Bir baltaya sap olayım derdinde değiller. Doyumsuz ve mutsuz bir görüntüleri var. Tabi ki hepsi böyle demiyoruz. Fakat genel görünüş bizim için garip bir manzara.
Dayımın tahtadan oyuncakları vardı. Biz de onlarla oynamayı severdik. Fakat bizim en kıymetli oyuncaklarımız plastik bebeklerdi. Şimdi parlak balonlar var. İçi boş fakat her çeşit caf caflı renge ve şekle bürünmüş. Gittikçe artan bir albeni, düşen kalite, sağlamlık… Küçükken oynadığımız oyuncaklar kişiliğimizi, karakterimizi etkiliyor olabilir mi? Şimdilerde sokaklarda sık sık görülebilen, mutsuz ama göze batan, renkli kişiler de bu balonları hatırlatıyor mu size de?
Daha otuzlu yaşlara yeni basmışken, ah şu gençler, nerede o bizim nesil gibi iç sıkıcı konuşmaları dilimize dolamak niyetinde değiliz. Belki de bir ara geçiş dönemidir bizim nesil. Çünkü bizden önceki ağabeylere, ablalara göre tembel, rahat sayılabilirdik. Onlara göre daha çok keyfî günlerimiz oluyordu. Fakat bizden sonrakilere göre de daha çok okuyan, merak eden insanlardık. Hayatı dolu dolu yaşamak gayretimiz vardı yirmili yaşlarda. Muhtemelen bu hep böyledir de. Gelen gideni aratıyor olabilir. 3000 yıllık bir tabletten bahsedilmişti, birkaç yıl önce. Orada da aynı serzenişler varmış. Gençler asi, gençler vurdumduymaz vs.
Ahir zamandayız ve kulluğumuzun, hayatımızın, insanlığımızın kalitesi gittikçe düşüyor. Çevremizi kuşatan ve bizi bu kalitesizliğe sürükleyen onlarca faktör var şüphesiz. Ve gittikçe bu nehre karşı direnmek zorlaşıyor. Hem sistemin içinde hem de sisteme karşı durmak… Bu diyardan gitmeden ağulu aşı yemeye talip olmak zorlaşıyor. Buna rağmen, biliyoruz ki ümitsizlik mü`mine yakışmaz. O`nun Allah`ı var çünkü. Çünkü biz biliyoruz ki, süreçten sorumluyuz, neticeden değil. Kısacası “gayret bizden, tevfik Allah`tan.”
Tabi bu sözün ilk kısmı çok önemli. Mustafa Kutlu`yu bilmeyen bir üniversite gençliği ile karşı karşıyayız, idealleri yok, yüzleri gülmüyor diye mızıkçılık oynayıp, oyundan çıkmak gibi bir lüksümüz yok. Çoğu zaman bu bizi karamsarlığa sürüklese de aslında yapacak ne çok iş var, işlerimiz vaktimizden çok deyip çalışmak durumundayız. Bizden öncekilerin de yaptığı bu aslında. Sadece artık daha çok özenmek gerekiyor. Tahta oyuncaklarla oynayan nesil daha sağlamken ve daha üst idealleri varken, şimdikilerin oyuncakları gibi kendileri de hassas. Şimdi oyuncaklarını iğnelerden, dikenlerden, doymak bilmeyen heva heveslerinden koruyacağız. Kendilerini de benzer tehlikelerden. Şimdi artık yeter ki buralara gelsin, yeter ki namaz kılanları görsün, namazı sevsin diye bakıyoruz. Öyle, yeter ki gelsinler. Mustafa Kutlu`yu bilmiyorlarsa anlatırız.