İnsan kendi kendine sürekli “Ben mutlu muyum?” diye sorup mutluluk kontrolü yapıyorsa, devamlı başkalarını mutlu kendini mutsuz görüp mutlu olabilmeyi çeşitli imkân ve şartlara bağlıyorsa, mutluluğu çıkılması zor bir zirve haline getirip o zirveye çıkmak için fark etmeden kendinden fedakârlık yapıyorsa; mutluluk, o kişinin mutluluğuna engel oluyor demektir.
Ömürleri boyu mutluluk peşinde koşup bir an için bile mutlu olamayan belki milyarlarca insan var iken; mutlu olmak için paralar, sağlıklar, ömürler harcanır ve yüzlerce kitap, makale yazılır iken mutlulukla ilgili kolay bir tarif yapmak kolay olmasa gerek. Her ne kadar Türk Dil Kurumu`nun sözlüğünde mutluluk; “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlansa da, bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmak mümkün olmadığından bu tariften yola çıkarsak, mutlu olmak da mümkün değil sonucuna ulaşırız. Dolayısıyla binlerce tarifi yapılmış mutluluğu anlamak için, bir tanımla yetinmeyip diğerlerine de göz atmakta fayda var.
Hiç şüphesiz göreli mutluluk kavramını her kişi kendi penceresinden ve hayat tecrübesinden yola çıkarak anlamış ve tarif etmiştir. Kimi Orhan Veli gibi “Deli eder insanı bu dünya/ Bu gece, bu yıldızlar, bu koku/ Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç” diyerek küçük şeyleri yeter sayıp tepeden tırnağa çiçek açan bir ağacı görmeyi mutluluk saymışlar; kimisi de Ayhan Kırdar gibi çabuk gelen bu mutluluğa temkinli yaklaşıp kısa süreceğine dair bir şerh düşmüşlerdir: “Bir süre için bu düzen/ Bu yeşeren topraktaki sevinç/ -Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç- Bir süre için” Bazıları ise Cahit Sıtkı Tarancı gibi hepten kötümser yaklaşıp, Orhan Veli gibi düşünenlerin kolay mutluluğuna şöyle cevap vermişlerdir: “Gün olur ki ne gökyüzü para eder/ Ne deniz kenarı, ne bağlar bahçeler/ Her çeşmeden boş döner elindeki tas/ Gün olur ki çıldırmak işten değildir”
Mutluluğu tanımlayanlardan bazıları ise hayatları boyu neyin eksikliğini duydularsa onu mutluluk bilmişlerdir. Mesela Susan Anthony, mutluluğun bağımsızlık olduğunu söyler. Albert Schweitzer ise; “Mutluluk, iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadır” der. George Sand mutluluğun sevmek ve sevilmek olduğunu iddia ederken, Allan K Chalmers ise mutluluğu biraz daha detaylandırıp; yapacak bir işe, sevecek bir insana ve umut edecek bir şeye sahip olmanın mutluluk olduğunu söyler.
Bir diğer tarafta mutluluğu zaman ve mekanla ilişkilendirenler de vardır. Mesela Fran Leibowitz; “en son ergenlik döneminde çalan bir telefon sesiyle mutlu olabilmenin mümkün olacağını” söyler, Horace Friess ise “içinde mutluluğu taşıyan kişi için her mevsimin güzel olduğunu” söyler ve James Oppenheim da; “ayaklarının altında duruyor iken mutluluğu uzaklarda arayanın aptal olduğunu” söyleyerek Horace Friess`a destek çıkar.
Edit Wharton ise tüm bu tanım ve açıklamalara son noktayı koyarcasına; “şayet mutlu olmaya çalışmayı bıraksak gerçekten çok güzel vakit geçiririz” der.
Mutluluk üzerine bu kadar yazdıktan sonra insanın aklına ünlü İtalyan yazar Alberto Moravia`nın mutluluk tarifi geliyor. Moravia`ya göre mutluluk; “insanın kendi kendine ‘Ben mutlu muyum’ diye sormadığı zaman yakalanan bir durumdur.” Dolayısıyla insan kendi kendine sürekli “Ben mutlu muyum?” diye sorup mutluluk kontrolü yapıyorsa, devamlı başkalarını mutlu kendini mutsuz görüp mutlu olabilmeyi çeşitli imkân ve şartlara bağlıyorsa, mutluluğu çıkılması zor bir zirve haline getirip o zirveye çıkmak için fark etmeden kendinden fedakârlık yapıyorsa; mutluluk, o kişinin mutluluğuna engel oluyor demektir.