1509 yılındaki müthiş depremden sonra padişah II. Bayezid devlet yöneticilerine şöyle hitap eder:
“Ey vezirlerim, kadılarım, subaşılarım, ağalarım, beylerim!… Şu felâketi görüyorsunuz, ben; bunda, siz kulların zalimlikle zulüm yaptığınız intibaını alıyorum…
Ayağınızı denk alın!
Vazifenizi adaletle yapın!
Kimseye zulmetmeyin!
Bu Cenab-ı Hakk’ın bize bir ikâzıdır.
Size bildiriyorum ki, zulüm irtikâp edeni hâl ederim.”
Zulmün küçüğü büyüğü olmaz; zulüm zulümdür. Zulmedenden, hep zalim diye bahsedilmiştir.
Emevi Halifesi, bahçesine bir köşk yaptırmak ister, arsa yetmez, komşu da satmaz. Halife biraz komşunun arsasına taşarak köşkü yapar. Mâdur, Kadı Beşire şikâyet eder. Beşir bir heybe getirir o arsadan toprak doldurur, pencereden seyreden halifeyi çağırır:
“Bana yardım et de, şu heybeyi eşeğe yükleyeyim” der. Halifenin heybeyi kaldırmakta zorlandığını görünce:
“Ya Halife! Bu bir parça topraktır. Sen bunu burada kaldıramıyorsun. Yarın şu gasp ettiğin toprağı yedi kat boynuna geçirecekler, o zaman ne yapacaksın?” Bunun üzerine halife bahçe sahibini çağırır ve helalleşir. Hakkını verir ve razı eder.
Adaletiyle meşhur Nuşirevan ziyafet veriyordu. Bir hayvan kesilmiş, ateşte kebap ediliyordu. Ancak yanlarında tuz yoktu. Getirsin diye köye birini gönderdiler. Nuşirevan:
Tuzu para ile al ki, gasp ederek bedava alma âdeti çıkmasın, memleket zulüm ile harap olmasın, dedi.
Bir tuzdan ne zarar gelir? diye soran adamlarına, Nuşirevan şu cevabı verdi:
Cihanda zulmün temeli ufacık bir şeydi. Ama her gelen onu büyüttü. Nihayet şimdiki duruma ulaştı.
Ufak bir şey de olsa hak haktır. Haksızlık az bir şey de olsa zulümdür.