Gençken Allah için harcanan sağlık, enerji, zaman ve imkân, rızâ ve cennet kazancı adına, O Yüceler Yücesi’ne satılacak canlar için, vitrinden veren bir tüccarlık değil mi?
Allah gülümser mi?
Rabbi ile yakınlık arzusundaki kullar adına buna benzer sorular bâzen akla gelebilir. Tabii, elbette O Eşsiz İlâh’a, yaratılmış varlıklarda bulunan şekil ve vasıflar izâfe edilemez.
Ancak, kâmil insan, ilâhının, sevgi, sevinç, gazap ve celâl sâhibi olduğunu bilip, bunun idrâkinde olduğu sürece, rızâya erme ve ebedî kurtuluş arzusuyla, işlemeyi murâd ettiği sâlih amellere binâen, hep O’nu sevindirme, bir bakıma mecâzen, O’nun “yüzünü güldürme” derdinde olur.
Birkaç sene önce, Hüdâyi Vakfı Ramazan ayı hizmetleri çerçevesinde Mali’ye giden ağabeyim Oğuzhan Çetin’in, özellikle çocuklara hediyeler götürme ile ilgili yaptığı alışveriş ve girişimlere, kısmen şâhitlik etmiştim.
Osmaniye’de, maksadını belirterek, kendisinden tişört , gömlek, pijama, çorap gibi hafif çocuk kıyafetleri ricâsında bulunduğu bir giyim dükkanı sâhibi, böyle bir hayırla müşerref kılınmasına teşekkür ile hiç alışılmadık (!) bir davranışta bulunmuştu.
Bu ‘mübârek’ tüccar, dükkanında satamadığı, az satılan, ikinci, üçüncü kalite ürünler yerine, “Allah, sevdiğinizden verin, buyuruyor, biz de öyle yapalım” diyerek vitrinden, tezgâh ve raflardan çok güzel bir derleme ile Kara Kıta’nın, tozlanmış yüzlerindeki sararmış minik gözlerine bir ışık, bir fer, bir sevinç postalamıştı.
Ne olurdu, elde kalanlardan, soluk, demode hatta defolu olanlardan verseydi? Vermiş olur, ecre erer miydi? Evet, -Allah’ın inâyeti- ile sevaba kavuşurdu. Ama bu tâlihli tüccar, malının kıymetlisini Rabb’ine arz ederek, hazinesi sonsuz olan Allah’tan kaşıkla değil, kepçeyle, kürekle karşılık bulacak bir karşılığın arzusundaydı.
Yine numune-i imtisâl bir infâk olan şu hâdiseyi, İstanbul’da, değerli bir dostumdan dinlemiştim:
Özellikle Afrika hizmetlerinin ilk zamanlarında, vakfa gelen genç bir ağabey, şu ifâdelerle bir talepte bulunmuş:
-Efendim, Cenâb-ı Hak, belirli miktâra erişmiş bir malın 40’ta birinin zekât olarak ihtiyaç sâhiplerine verilmesini istiyor. Ben de elhamdülillah 40 yaşındayım ve kendisinden istifâde edilecek güç ve sağlıktayım.Özellikle Afrika’da, ya da dünyanın uygun gördüğünüz bir yerinde, günden güne büyüyen faaliyetler için, şu ana kadarki ömrümün zekâtı olacak şekilde, 1 sene, bilâ bedel hizmet etmek istiyorum.
Zekât sâdece malın mı olurmuş, altının, gümüşün, paranın, pulun mu olurmuş, dedirten ne güzel bir örnek.
Bişr-i Hafî Hazretlerinin, Bağdat’ta yaptığı sohbetlerinden birinde, şu nasihatlerde bulunduğu anlatılır:
“Şükredin. Bütün âzalarınızla şükrederek, gerçek şükredenlerden olun. Sâdece dille şükredenlerin şükrü az olur. Gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman ibret almak, şer gördüğü zaman, örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer duyduğunda ise onu unutmaktır. Ellerin şükrü, harâma uzanmamaktır. Mîdenin şükrü helâl yemek, ayakların şükrü harâma gitmemektir. Kim böyle yaparsa, gerçek şükredenlerden olur.”
Bütün bunlardan doğan bir hissiyatla, ömrün, sıhhat ve âfiyet üzere yaşanagelen hayâtın şükrünün de, onun içinden bir miktârını, tüm nimetlerin bahşedicisi Allah’ın (c.c.) rızâsı üzere, O’nun yarattığı varlıklara hasretmek, tefekkür edilesi değil mi?
Yakın zamanda, hizmet için bulunduğu Afrika beldelerinde, hayâtî tehlike de içeren bir hastalığa tutulup, Hak Teâlâ’nın izni ile tedâvi görüp şifâ bulan Mûsâ Pehlivan kardeşimiz, kendisini ziyâret edenlere:
-Afrika’da, bulunduğumuz yerlerde çok geziyorum. Öyle ki, daha önce hiç uğranmadığını düşündüğüm uzak köylere gidiyorum. O çok uzak yerlerde, misyoner kabirleri görüyorum. Kimisi daha gencecik; gitmiş, vazifesini yapmış, hastalıklara yakalanmış, ölmüş oralarda. Eğer Afrika’ya gidecekseniz, hizmete değil, ölmeye gidin, diyorum ben de..
İşte, gençken Allah için harcanan sağlık, enerji, zaman ve imkân, rızâ ve cennet kazancı adına, O Yüceler Yücesi’ne satılacak canlar için, vitrinden veren bir tüccarlık değil mi?
Kavuştursun rabbimiz; hayır, sağlık, âfiyet ile nice hizmetlere ve beldelere...