Yunus Emre’nin her gün yeniden doğuyor oluşu, günlere alışmamasından olabilir mi? Her gün yepyeni bir sayfa, yepyeni bir ikram insana.
Alışkanlıklar birçok açıdan bizi esir alan davranışlarımızdır. Ve genellikle bu açıdan değerlendirilmeye tâbi tutulurlar. Kişi, alışkanlıklarının kölesidir denir mesela. Alışkanlıklarımızın bize vaad ettiği şey bir tür güvenli ortamdır. Alışkanlığa konu hangi davranış/durum söz konusu ise, sonuçta ne olacağını, olmayacağını biliriz. Bu tanıdıklık bizi bir anlamda kör eder. Çünkü insan, genellikle bilmediklerinin, tanımadıklarının korkusu ile onlara yaklaşmaz. Bir başka açıdan alışkanlıklar, sürekli bir devinim içinde bulunduğumuzdan, nerede olduğumuzu idrak etme noktasında da bizi kör kılar. Tıpkı kafesindeki çarkta dönüp duran hamster gibi… Sürekli koşuyordur, yoruluyordur ama yol almıyordur. El kadar kafesin içinde dönüp durduran bir çaba.
Bu tür sembolleri, geniş açıdan hayatımıza baktığımızda, kendi yaşadıklarımızda da görebilmemiz mümkün. Her sabah işe giden, her akşam eve gelen birisi, kendine sürekli iltifat eden insanların da yardımıyla kendini çok işe yarar, İslam’a, dine, vatana, millete hizmet ediyor düşünebilir. Başımızı yastığa koyduğumuzda artık günün muhasebesini yapmıyoruz maalesef. Nicedir elimizde gün boyu zaten bırakmadığımız telefon oluyor ve beynimiz uyuşmaya devam ediyor. Günlük hayat büyük şehirlerde yeterince koşturmaca içeriyor. Boş vakit kalmasın diye bütün araları dolduran hatta artık işgal eden sosyal medya tuzağı var. Hadi ona da çok yüklemeyelim, insan her zaman peşinden sürüklenip gidecek çeşitli bahaneler bulabilmiş kendine, siz ister kendi hevesi ile deyin ister şeytanın çağırmasıyla…
Burada bir parantez açıp daha yakından bakalım. Bu ara sık sık örnekleri gösterilip dalga geçilen süslü evler, sofralar var mesela. “Sunum” virüsü kapılarak, mideleri şişirmek (doymak için değil) için kullanılan her yiyecek ve içeceği daha albenili hale getirmek adına uğraşılıyor. Zirvedeki renk pembe, en çok kullanılan aksesuar kurdele vs. Çeşitli ev ürünleri satan mağazalar, bir milyoncular, binbir çeşit ürün satan dükkanlar da bu trende hizmet ediyor bolca. Her şeyin allısı güllüsü mevcut.
Sunum gerçekten önemlidir, eyvallah. Bize çocuklarının önüne yemek niyetiyle soğan koyan bir teyzeden bahsetmişlerdi, yıllar önce. Evde başka bir şey yok çünkü, soğan ekmek. Fakat soğanı ince ince doğrar, üzerine yine ince kıyılmış maydanozu serperek incelikli bir şekilde sofraya koyarmış bu teyze. Bakın buradaki saf zarafet. Halbuki şimdi aşırılığa kaçan sunum örnekleri için rakik bir gönül değil, doymaz bir iştah ve sürekli para akıtmak zorunda kalacağınız yeni eşyalar gerekli. İçte kaybolanın dıştan destekle telafi çabası.
Kimi sunuma, kimi temizliğe, kimi kozmetiğe saplanmış durumda. Bu zamanda imtihanımız da bu mudur? Halimizi fark ettirecek, kendini bilmeyi unutturacak bir sürü çukur, tuzak. Çok yönlülükleri ve duygusallıkları sebebiyle hanımları çeken tuzaklar daha fazla olsa da, ahir zaman insanı olarak topluca maruz kalıyoruz bu tehlikeye. Sürekli toplantıda olup, çok önemli işler yapıyor olmak, sürekli gündemi takip etme gerekliliği hissetmek, yeni çıkan kitapları bilme zorunluluğu, kültür dünyasını takip vs. de pekala başlı başına tuzağa dönüşebiliyor.
Alışkanlıkların bir başka tuzağı da yapılan işten duyulacak heyecanın, zevkin körelmesi. İlk kıldığımız namaz, tutulan ilk oruç, bindiğiniz ilk uçak, yazınızın ilk defa bir dergide yayınlanması, evlendiğiniz ilk gün gözlerine baktığınız yâriniz… Bir de şimdiki hallerini düşünün. İlk heyecanları, keşifleri, tatları yıpratan ne?
GENÇ Dergisi bu sayıyla 11. yılına giriyor. Belki her ay bu dergiyi eline almış şanslı kişilerdensiniz. Bunu sadece GENÇ olduğu için değil, bu kadar süre bir dergiyi takip edebilme istikrarını göstermiş olduğunuz için de söylüyorum. Bu yıl belki biraz daha alışkanlıklarımızın farkına varıp durabilme, yeniden ele alıp keşfedebilme yılı olur hepimiz için. Siz ilk defa okuyor gibi açarsınız her sayfayı. Biz ilk defa yazıyormuş gibi heyecanla ve titizlikle basarız tuşlara. Güneş her gün doğsa da, her an sürekli nefes alıyor olsak da aslında hepsi biricik ve aslında hepsi başlı başına ilk defa. Yunus Emre’nin her gün yeniden doğuyor oluşu, günlere alışmamasından olabilir mi? Her gün yepyeni bir sayfa, yepyeni bir ikram insana.