Mehmet Haydaroğlu
Her sabah işe giderken bir grup kedinin Mehmet Haydaroğlu amcanın oturduğu apartmanın kapısında bekleştiğini görürüm. Kendilerine mamalarını verecek olan mahallemizin en yakışıklı delikanlısını bekleyen bir kedi topluluğu... Yüzümde hoş bir tebessüm belirir. "Allah`ım ne güzel bir manzara" derim kendi kendime. Birazdan apartmanın kapısından çıkacak, onlarla konuşarak, sohbet ederek yiyeceklerini verecektir. Sonra bir kelebek gibi Yıldız Parkı`na doğru süzülüp, oradaki köpekleri besleyecektir. (Salih Eroğlu)
Sigarayı bırakmak için yürüyüşlere başlamıştım. Yıldız Parkı`nda yürürken -affedersiniz- köpekler de var. Onlara "Bunların burada ne işleri var?" gibi bakmaya başladım işin doğrusu. Bir müddet sonra şöyle düşünmeye başladım. "Yahu onların yuvası burası. Sen geliyorsun, güzellikleri alıyorsun, gidiyorsun. Onlar burada kalıyorlar ve onlar için hiçbir şey yapmıyorsun." Sonra bir gün evden tavuk kemikleri götürdüm öylesine. Bir de baktım ki çok memnun kaldılar. Ondan sonra "Böyle olmaz. Bu işi her gün disiplinli bir şekilde yapayım." dedim. 1988`den itibaren onlarla ilgilenmeye, yemeklerini götürmeye başladık.
Her Defasında Yepyeni Güzellikler
Onlarda çok enteresan şeyler gördüm. Çok enteresan bir şey; sanki bütün her şey benim oraya gelmemi teşvik edercesine bir başka... Her gün aynı yoldan gidiyorum aynı yerden gidiyorum fakat sanki oradan ilk defa gidermişçesine yepyeni bir güzellik görüyorum. Her defasında yeni bir güzellik görüyorum. O köpekler fevkalade saygılı fakat bir de kediler var. "Kediler için ne yapacağız?" dedim. Ondan sonra ciğer aldık. Bizim hanımefendi pişiyor ben de onların yiyeceği hale getirip, sabahleyin götürüyorum. Sabahleyin evden çıkıyoruz, mahalledekileri doyuruyoruz sonra parka gidiyoruz, onları da doyuruyoruz.
Öyle bir hale geldi ki adeta hepsi kadrolandılar. Yani nerde ne varsa hepsini biliyorum. Mesela bir gün bir tanesi gelmez se "Acaba nerede?" diye soruyorum. Ve aramızda çok güzel bir sevgi bağı doğmaya başladı. Netice itibariyle beni teşvik etmek için bütün ağaçlar ve orman seferber oldular. Her defasında ben daha büyük bir zevkle daha büyük bir aşkla götürüyorum. Bu arada köpeklerden bir koloni ortaya çıktı. Köpeklerin başında da bir tane Kral ismini koyduğumuz birisi var. Kral o koloniyi yönetiyor. Başkaları da var bunun dışında. Diyelim ki toplam 30 tane köpek varsa 15`i bunların kadrosunda. Hepsi de Kral`ın yönetiminde o 15 köpeğin. O kadar güzel yönetiyor ki...
Katiyen onlara bir şey söylediği yok ama bakışlarıyla, davranışlarıyla birbirleri arasında olacak en ufak bir kavgaya müsaade etmiyor. Ondan sonra, eğer dışarıdan birisi o koloniye katılmak isterse ilk önce kendisi bir görüyor onu. Eğer koloniye alınabilecek birisiyse alıyor. Mesela bir gün çok değişik bir köpek geldi. Daha sonra onun ismini İrma koyduk. Bambaşka, çok zarif, ev köpeği olduğu belli ama daha önemlisi davranışları harika. Tam manasıyla bir hanımefendi... Mesela şimdi onlara yemeklerini verirken bir kaptan veriyorum. Yere gazeteyi seriyorum. Yemekleri gazetenin üzerine koyuyorum. 3-5 tanesi burada yiyor, diğer 3-5 tanesi orada yiyor. Şimdi bu zavallıcık önüne koyduğumuz şeyi dahi yiyemiyor çünkü öbürleri alıyorlar. Çare tükenmez derler ya ben de ona özel yemek hazırladım. Ben ona aynı yemekten başka bir poşet içinde hazırlardım. İrma bir kenarda yerdi. Bu sefer de Kral etrafındakilere söylemiş herhalde, katiyen İrma`ya dokunmazlardı.
Bir de başka bir şey var; onlardaki vatan duygusu. Vatan duygusunun sembolü köpekler. Onlar yaşadıkları alanda kendilerine göre bir sınır çiziyorlar ve o bölge onların yurtları, vatanları oluyor. O bölgeyi her türlü yabancıdan - yabancıdan kastım başka köpeklerden - koruyorlar.
Ya Güzel Söyle Ya Sus
Onlarla olan münasebetimden fevkalade memnunum. Fakat bazı enteresan olaylar da oldu. Bir akşamüzeri Mesnevi`den bir bahis okudum. Orada "Ya güzel söz söyle veya sus" diyor. Ertesi gün parka gittim. Kapının orada takriben 30-35 yaşlarında iki delikanlı bana "Ulan herife bak be! Ulan adam olsaydın da iki tane talebe okutsaydın. Böyle itle köpekle uğraşıyorsun." dediler. Sustum. "Tabi söylenecek sözün de yoktur senin" dediler; yine sustum. "Ne söyleyebilirsin?" dediler. Çağırdım. "Hazret-i Mevlana diyor ki: `Ya güzel söz söyle veya sus` ben de susuyorum" dedim. Adamlar mosmor oldular. Öyle yapmasaydım da onlara karşılık verseydim kimin hapishaneye kimin hastaneye gideceği belli miydi?