Kendilerinden, ekran başından kalkmıyorlar diye şikâyetçi olduğumuz genç gürûhun, o gece, silâha, tanka, uçağa, helikoptere direnmelerinde, son 13-14 senedir kapıları açılan Çanakkale Destânı’ndan ibret ile gönül depolarını doldurmuş olmalarının yüksek etkisi de yabana atılacak bir gerçek değildir.
Daha önce, ibretlik bir kedi vakâsını konu alan, “Kabrin mi Olsun, Türben mi?” isimli bir yazı kaleme almıştım. Beşikten mezara, hengâme içinde sürüp geçen kısacık hayâtımızda, “insan” olarak doğmuş olmanın bedeli, bu dünyâdan, ancak ve ancak “adam” olarak gitmek, gidebilmek. Bu şekilde ölümsüzleşiliyor; toprağın altındayken dahî, toprağın üzerine tesir edilebiliyor. Bir şekilde, yaşamaya, toprağın üzerinde kalmaya devam etmek lâzım yâni.
Târihte, eşref-i mahlûkâtlığın bedelini ödeyerek hayatını yaşamış, hâlen toplumlara,
kitle ve kavimlere yön verip, onların sırât-ı müstakîmde sâbit durmalarına vesîle olan şahsiyetlerin şu anda milyonda kaçı hayatta? Güzel vatanımıza, aziz milletimize kast ile 15 Temmuz’da yaşanan menfur darbe girişimi, daha doğru ifâdesiyle terör eylemleri, devrileli daha yüz yıl olmadan yeniden ayağa kalkma kuvvetini üzerinde hisseden Anadolu insanının, târihin alışkın olduğu kahramanlıklarıyla püskürtüldü.
Bundan yüz yıl önce, Çanakkale’de, yaşanan ağır bombardımanda hayatta kalan bir Niğdeli, Ali Çavuş, toprağa batmış bir arkadaşını, Koca Seyit’i, ayağından çekip çıkarmıştı da, o kahraman Balıkesirli, Rabb’ine ilticâ ile harbin gidişâtını değiştiren atışlarla düşmanı denizin dibine gömmüştü.
Aradan henüz bir asır geçmişken, bu sefer bir başka Niğdeli, Ömer Hâlisdemir, piyasaya çıktı ve yine “harb”in seyrini değiştiren bir hamleyle, darbeci, terörist bir generâl ve etrafındaki soysuzlardan birkaçını cehennemin dibine göndererek, kendisi de 30 merminin kâsesiyle şehâdet şerbeti içti.
Antepli Hasan, Çankırılı Hüseyin, Ağrılı Ayşe, Kırşehirli Fatma, memleket ve isimler hiç önemli değil; bizde, ihtiyaç zuhur ettiğinde ortaya çıkan elbet yığınla kahraman hâlen var ve inşallah ilelebet de olacak.
Nasip oldu, Hâlisdemir şehidimizin kabrine iki defa ziyârete gittim. Ne işleri var her gün, her gün, her gün onca insanın o kabrin başında? Anadolu’nun bir köşeciği olan Niğde’nin Bor ilçesinde, Çukurkuyu kasabasında bir kabristana, Türkiye’nin, hatta özellikle Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinden otobüslerle, minibüslerle, özel araçlarla akın akın Müslümanlar geliyor. Hatimler bağışlanıyor, Kur’an’dan sûreler, âyetler okunuyor, duâlar ediliyor, gözyaşlarıyla, bedenen toprağın altında bulunsa da “bilâkis diri” olan kutlu şehîde teşekkürler sunuluyor.
Bize coşku, moral, kuvvet, haz verse de, yaşanılan her kahramanlıktan, gösterilen her mukâvemetten ve özellikle de verilen her şehitten sonra, hele hele de böylesine aziz bir vatan evlâdının şehâdetinin ardından, çıkarmamız gereken dersleri, iyi tefekkür etmemiz gerekiyor…
Bir defâ kâfir, bize, kendi kurşununu sıkmaktan ziyâde, bizi, kendi dindaşımız ile vurmayı hedefliyor. Onlarca yıllık projelerle, suya sabuna dokunmadan, kendi emelleri için, aklını, ömrünü, her şeyini satın aldığı kuklalarla, bizi bize kırdırtıyor. Bu konuda son derece uyanık olmak ve bütün millî ve mânevî değerlere sâhip çıkarak, sâlih ameller işleyerek, mü’minlik kıvâmımızı ziyâde kılmaya çalışıp, mukaddesâtına yürekten bağlı bir nesil yetiştirmek için seferber olmak îcap ediyor.
Bir başka husus, hep beyin takımımıza oynanıyor ve bu en önemli alanımız tahrip ediliyor, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Allah korusun, benzeri durumların tekrar yaşanması söz konusu olsa, yeni komutanlara, lîderlere, Hâlisdemir’lere ne kadar ihtiyâcımızın olduğu gün gibi ortada. Buna bağlı olarak bizim, durmadan, dinlenmeden, tüm îmânî değerlerimize bağlı bir nesil için çok ama çok çalışmamız gerekiyor.
Kendilerinden, ekran başından kalkmıyorlar diye şikâyetçi olduğumuz genç gürûhun, o gece, silâha, tanka, uçağa, helikoptere direnmelerinde, son 13-14 senedir kapıları açılan Çanakkale Destânı’ndan ibret ile gönül depolarını doldurmuş olmalarının yüksek etkisi de yabana atılacak bir gerçek değildir.
Bir Fatiha
Kandıra’da, fedây-ı cânı göze alıp, öğrencilerini kurtardıktan sonra kendileri boğularak şehâdete eren Hüdâyili iki hâfızımız, yine, yerleri zor doldurulacak Satılmış Kula ve Halil İbrâhim Yaşar’a Rabbimizden rahmet, yakınlarına ve cümlemize başsağlığı diliyorum.