Dünyevî hırs ve kinden kaynaklanan nice lüzumsuz çatışmalarda, nice kahramanını yitirmiş bir ümmet olarak, aynı yanlışları taklit etme lüksüne sahip değiliz. Allah, meleklerini hazır etmiş bize yardım etmek için beklerken, hâl-i pürmelâlimizle “Yardım istemeyiz, biz kendi başımızın çaresine bakarız; sen bizi bize bırak” deme lüksümüz de yok.
Hepimizin bildiği, her sohbette geçen bir kavramdır ‘sırât-ı mustakîm’. Hatta, “Her gün Fâtiha’da okuyoruz…” diye başlayan uzun nutuklara da konu olur sıklıkla.
‘Sırât-ı mustakîm’i tabir-i câizse bir otoban olarak tasavvur edersek, onun içindeki her bir şeridin arası da ‘sebîl’ dediğimiz yollara bölünmüştür. Bu nedenle, ‘sırât’ kelimesi Kur’ân’da hep tekil olarak kullanılırken, ‘sebîl’ hem tekil hem de çoğul formlarda karşımıza çıkar.
‘Ana otoban’ içindeki bu şeritlerden birini ifade eden ‘sebîl’ kelimesinin geçtiği bir ayet de şudur:
“Kendisine hidayet açıkça belli olduktan sonra, kim Peygamber’le bağını koparır ve mü’minlerin yolundan başka bir yola tabi olursa, onu o saptığı yerde bırakırız ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir!” (Nisâ.115)
Demek ki, bütün fıtrat ve karakter farklılıklarına, bütün görüş ayrılıkları ve ihtilaflara rağmen, iman edenleri buluşturan, buluşturması gereken bir ortak payda var: Mü’minlerin yolu. Ve o yoldan ayrılmak da kişiyi sonu cehennemde biten acıklı bir serüvene sürüklüyor.
* * *
Fıtratlar, karakterler, yönelimler, eğilimler ve zevkler farklı farklı olduğuna göre, gruplaşmalar ve ayrışmalar da kaçınılmaz. Kaldı ki, herkesin aynı ve birbirinden farksız olduğu bir toplumda ilerleme ve gelişme de kaydedilemez.
Ancak tüm bu farklılıkları göz önüne alırken, Rabbimizin bize işaret ettiği ‘mü’minlerin yolundan’ da ayrılmamamız için dikkat etmemiz gereken iki önemli nokta var:
1- Hiçbir Müslüman grup, diğer Müslüman grubun aleyhinde olmamalı. Ayrışma noktaları değil, uzlaşılabilecek unsurlar öne çıkarılmalı. Hiç kimse, kendisini “en ideal yapı” olarak tasavvur etmemeli, aksine bu ayrışmaların bir tür ‘iş bölümü’ olduğunu düşünmeli. Her grup ve çevre, kendi tuttuğu ‘siper’i en güzel şekilde güçlendirip korumak için çalışmalı, diğer Müslümanların eksiklerini tamamlamalı.
2- Normal zamanlarda kendi işleriyle ve görevleriyle meşgul olan Müslüman gruplar, kritik zamanlarda birleşip omuz omuza mücadele etmeyi bilmeli. Allah ve Rasulü’nün düşmanlarına karşı kalplerde kin her zaman taze tutulmalı; hiçbir farklılık, ortak düşmanı el ele yenme arzusunun önüne geçirilmemeli. Hiçbir grup, kendine mevzi kazanmak için, düşmanla ortaklık yapma ve ittifak zilletine düşmemeli; her grup, kaderini Müslümanların genel kaderiyle aynı görmeli.
* * *
İslâm tarihi, aynı zamanda bir ihtilaflar ve iç savaşlar tarihidir de. Biz sonradan gelen Müslüman nesiller, bizden öncekilerin yanlışlarından ders almak, doğrularını ise çoğaltmak mecburiyetindeyiz.
Dünyevî hırs ve kinden kaynaklanan nice lüzumsuz çatışmalarda, nice kahramanını yitirmiş bir ümmet olarak, aynı yanlışları taklit etme lüksüne sahip değiliz. Allah, meleklerini hazır etmiş bize yardım etmek için beklerken, hâl-i pürmelâlimizle “Yardım istemeyiz, biz kendi başımızın çaresine bakarız; sen bizi bize bırak” deme lüksümüz de yok.
Her şey bizden yana. Her şey hazır. Kervan, yola çıkmak için bizden sadece işaret bekliyor.
Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye atfedilen o muhteşem dizelerde olduğu gibi, “Günler gelip geçmekteler, kuşlar gibi uçmaktalar.” Tarih coşkun bir ırmak gibi coğrafyamızın kıvrımları arasından gürleyip akarken, kardeşlik duvarımızdan düşen bütün tuğlaları şefkatle yerine koyup, ‘mü’minlerin yolu’nda hızla mesafe almak tek amacımız olmalı. “Bir vücudun azaları gibi”, her bir kardeşimizin elem ve kederini derinden hissederek…
* * *
Son sözü yine Kitabımız söylesin:
“Kâfirler birbirilerinin dostları / müttefikleridir. Siz de bunu (kendi aranızda) sağlamazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir bozulma meydana gelir.” (Enfâl.73)