
Bir milletin şahlanışına şahit oluyoruz. Bir gözümüz medyada. Sevindirici haberler geliyor. Birkaç yer hariç. Gün ağardığında oralar da çözülüyor. Tankları, topları, jetleri bir milletin imanı alt ediyor. Sabaha karşı boğaz da kurtuluyor. Bir kabus bitince azıcık nefesleniyoruz. İçli içli hamd edip, coşku ile şükür namazlarımızı eda ediyoruz. Sonra aklımıza tek cümle geliyor: “Ne çektin be Türkiyem!”
Puslu bir akşam... TV’ler bir garip. Sosyal medya tedirgin. Çokça iç sızısı, kurşûnî bir sessizlik var. Henüz bir şey belli değil. “Yok canım...” diyoruz. Fakat, dakikalar geçtikçe içimizi daha büyük korkular sarıyor. Tepemizde jet seslerini duymaya başlayınca, tankların hareketliliğini işitince biraz daha anlayabiliyoruz meseleyi. Yine her şey net değil. Televizyonları, internet sitelerini karıştırıyoruz.
Genelkurmay Başkanı’nın alıkonduğu söyleniyor. Cumhurbaşkanı’ndan haber yok. Bazı sivil toplum kuruluşlarından sokağa çıkın mesajları geliyor telefonlarımıza. Daha gergin bir bekleyiş... İçimizdeki darbeyi çoktan başlatıyor bir hadise. Devletin resmi yayın kuruluşundan ne idüğü belirsiz bir metin okuyor ekranlardaki şaşkın ve gergin hanımefendi. Onun sesi, bizim yüreklerimiz titriyor.
Sokaklardan sessizce yürüyen topluluklar, bir yere doğru gidiyor. Biz de hazırlanıyoruz, bir gözümüz haberlerde. Cumhurbaşkanı bir televizyona bağlanıyor. Onun açıklamalarıyla her şey daha da netleşiyor. Tüm halkı sokaklara çağırıyor. Tereddütsüz iniyoruz. O andan itibaren sokaktaki sesler yükseliyor. Bombalar, kurşunlar ve jet sesleri de...
Biz Üsküdar’a indikten biraz sonra, semtin göbeğine 6-7 adet tank geliyor. Halkı karşısında görünce garip bir şaşkınlık ve korkuyla tanklar duruyor. Tankların üzerine çıkıyoruz. Üsküdar’ın manevi havasından mıdır bilinmez, buradaki askerler pek mukavemetli davranmıyor. Tanklardan çıkıp silah doğrultmuyor. Tankların üzerinde tekbirler getirip, İstiklal Marşı okuyoruz. Tekbirlerle kalkan eller gözüme çarpıyor. Şehadet parmakları kalkıyor havaya, Rabia işaretleri yapılıyor. Kalkan diğre ellerden kimi Ülkücü, kimi Milli Görüşçü, kimi İBDA’cı...
Gecenin tam ortası. Minarelerde içli içli inliyor müezzinler. Salâlar, fetih ayetleri, duaların ardından halkı direnişe çağırıyor. Ne bu kulaklar o günkü kadar içli bir salâ duydu, ne de bu gözler öyle hadiselere şahit oldu...
Zaman, acı haberleri de beraberinde getiriyor. Ankaradaki helikopterlerin halka ateş açtığını, tankların insanları ezdiğini duyuyoruz. MİT, TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi kritik yerlerin zaptedildiği, bombalandığı haberleri geliyor. İstanbul’daki önemli yerlerden de kötü haberler alıyoruz. Boğaziçi Köprüsü’nün daha sıkıntılı olduğunu öğrenir öğrenmez, buradaki insanların yarısı köprüye doğru hareketleniyor. Kimimiz araçlarla, kimimiz yürüyerek. Genci, yaşlısı, çocuğu, kadını... Araç kalmayınca biz de koşarak gidiyoruz.
Yolda tanıştığımız Bingöllü, Kürt arkadaşlarla koşuyoruz. “Ne yapıyorlar abi güzel vatanımıza? Neyin peşindeler?” diyor Abdullah. Elini tutuyorum, gözlerim yaşarıyor. Başka bir cevap veriyorum. “Biz büyük bir milletiz Abdullah. Allah’ına kurban. Koşalım!” diyorum.
Yaklaştıkça bombardıman sesleri geliyor. Tanklar, helikopter, jetler, G3’ler... Biri susup öbürü başlıyor. Köprüye biraz daha yaklaşınca biber gazının etkisiyle öksürüyoruz. Gözlerimiz, genzimiz yanıyor dakikalarca. Köprüye geldiğimizde şehadet kokusu duyuluyor. Köprünün gişelerine konuşlanmış tanklar ve askerler, namlusunu halka ve polise çevirmiş. Bir yanda ihanet, bir yanda millet. Tekbir sesleriyle, vatan aşkıyla bastırıyoruz silah seslerini. Üstümüzden helikopter geçiyor bazen. Az ilerimize ateş ediyor kaçalım diye. Biz tanklara yaklaşmak istedikçe askerler üstümüze ateş ediyor. Mermiler birkaç santim yakınımızdan geçiyor. Sıyırıyor bizi. Yaralanan, şehit olan kardeşlerimiz oluyor her ateş açılmasında. Yılmayacağımızı anlayınca top mermisi atıyorlar yakınımıza. Ürperiyoruz, yılmıyoruz. Geri dönenler oluyor ama yeni gelenler daha çok...
Bir milletin şahlanışına şahit oluyoruz. Bir gözümüz medyada. Sevindirici haberler geliyor. Birkaç yer hariç. Gün ağardığında oralar da çözülüyor. Tankları, topları, jetleri bir milletin imanı alt ediyor. Sabaha karşı boğaz da kurtuluyor. Bir kabus bitince azıcık nefesleniyoruz. İçli içli hamd edip, coşku ile şükür namazlarımızı eda ediyoruz. Sonra aklımıza tek cümle geliyor: “Ne çektin be Türkiyem!”...