Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur: “Bil ki, içi ilâhî aşk ve muhabbetle dolu olmayan insan, ne kadar zavallıdır; belki hayvandan daha aşağıdır. Zîrâ Ashâb-ı Kehf’in köpeği dahî aşk ehlini aradı, buldu, ruhanî bir safâya erişti ve o has kullarda fânî olarak cenneti kazandı.” (Mesnevî c.2, 1425; 1428)
Ashâb-ı Kehf, Kur’an’da anlatılan mü’min ve tevhid akidesine bağlı gençlerden oluşan küçük bir topluluktur. Bu gençler, içlerinde bulundukları toplumun küfür, fesat ve zulmünden uzaklaşarak, îmanları istikametinde yaşamaya gayret etmişler ve bu îmanlarını açıklamaktan çekinmemişlerdir. Ancak o zâlim topluluk arasında can emniyetleri kalmadığı için yaşadıkları şehri terk ederek, bir mağaraya sığınmışlardır. Yolda, bir köpek (Kıtmîr) de onlara katılmış ve mağarada kendilerine bekçilik yapmıştır. Bu îmânlı gençleri takip eden ülkenin kralı Dakyanus ve askerleri, mağaranın ağzına kadar gelmiş, fakat onları kılıçtan geçirmek yerine mağaranın giriş bölümünü taşlarla kapatarak, onları, bu hâl üzere ölüme terk etmiştir. Aradan üçyüz küsur yıl geçmiş, mağaradaki bu gençler Allâh’ın bir lütfu olarak bu süre boyunca uyuyakalmışlar ve nihayet uyanmışlardı.
Hazret-i Mevlânâ, bu îmânlı gençler hakkında Kur’ân-ı Kerim’de nakledilen (Kehf Sûresi, 9-22. âyet-i kerîmeler) kıssada, Kıtmîr’in hâline dikkat çekerek; gerçek îmân ve aşk ehilleri ile beraberliğin, bir köpeği dahî, “cennet ehli” olmayı hak edecek kadar safâya eriştireceğini bildiriyor. Böyle kimselerle beraberliğin, bir köpeğe bile hayal ötesi bir nimetin takdir edilmesini zikrederek, onun yerinde bulunabilecek bir insan için, nasıl büyük nimetler takdir edileceğini düşünmeye sevk ediyor. Bu sûretle, sâdıklarla ve sâlihlerle beraber olmamızdaki berekete işaret ederek bizleri bu yolda yürümeye teşvik ediyor. Esasen Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de “…Sâdıklarla beraber olunuz.” (Tevbe, 119) buyurduğundan bu keyfiyet, aynı zamanda Kur’ânî bir irşaddır.
Nitekim Peygamber Efendimiz, cennette hayvanlar bulunmayacağı hâlde Kıtmîr’in ve fârikalarından dolayı birkaç hayvanın cennete girmeyi hak ettiğini haber vermiştir. (Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, s.72-73)