Şeytan taşlamadır, Arafat, Mina, Müzdelife arası yürümedir, tavaftır vs. derken yorulan, şişen, su toplayan, kara su biriktiren ayaklara karşı, gencin durumu nasıldır?
Geçtiğimiz ayki yazımdan hareketle, hala Genç Dergi`de yazdığımdan emin olmak isteyen nice okuyucumuz posta kutumu iletilerle doldurmuş (yazarın hayali). Aynı sütunda altı yüz küsur kelimelik bir yer kaplayarak selam etmiş ve yazımıza başlamış olalım.
Dergimizi özellikle lise-üniversite gençlerinin takip ettiğini düşünürsek, herhalde bu satırları okuyan birçok kişi “öğrenci evi”, “hizmet evi” gibi tabirlerin ne anlama geldiğini iyi bilecektir.
Açlığını hissetmemek için sık sık uyumak, okula yürüyerek gitmek ya da en azından uzunca bir mesafeyi adım adım kat etmek… ucuz diye sadece patates yiyebilmek, makarnaya, yoğurt ekmeğe talim etmek… artık iyice incelmiş battaniyeye sarınsa da ısınamamak… çamaşırların renklerini birbirine karıştırmak.. ömründe ilk defa ev işi, yemek yapmak mecburiyetini yaşamak... bayram sabahında anne sesine değil de yalnızlığın uğultusuna uyanmak hep bu evlerde toplanmıştır. Gece yarılarına kadar süren çay muhabbetleri ne kadar keyifli olursa olsun, çilelidir öğrenci evleri.
Uzun süreli olmasa da ben de bu evlerde kaldım. Çeşitli sıkıntılarına merkez noktasından şahit oldum. Fakat şu çok açıktır ki, maksadınız hizmet, ilim tahsili, kendi ayakları üzerinde durmak ise, o sıkıntıların hepsine göğüs germeniz gerektiğini bilirsiniz. Baba ocağında, sıcak odalarda, karnınız tok, cebiniz dolu ve keyfiniz yerinde iken geçen günleri özlemle hatırlasanız da, asla hedefinize ulaşmadan geri dönmeyi düşünmezsiniz. Çünkü içten içe hissedersiniz ki, inandığı bir değer uğruna sıkıntı/çile çekmek, insan ruhunu olgunlaştırır.
Geçtiğimiz günlerde Hicaz’dan (eskiler hep öyle der ya), vazifesini yerine getirmenin mutluluğu içindeki hacılar döndüler. Sizin de etrafınızda böyle tanıdıklarız varsa ve onlardan gidip Hac hatıralarını dinlemişseniz, o sohbetin ne tadına doyulmaz bir keyfi olduğunu bilirsiniz. Hele daha önce o topraklara yüz sürebilmişseniz, sohbette geçen mekânları tanıyorsanız, gözünüzde canlandırabiliyorsanız, sohbetin zevki kat be kat artar.
Ben de bu tür sohbetlerde fark ettiğim bir gerçeğe, bu yazıyı ayırmak istedim. Dinlediğim hac hatıralarında mevzu edilen sıkıntılar, yukarıda da bahsettiğim öğrenci evi sıkıntıları ile ne kadar da benzeşiyordu.
Bir kere insan, sıkıntı, dert çektikçe sivri yanları törpülenir ve böylece daha rahat geçer hayatın dar koridorlarından. Dolayısıyla karşımda Haccın sıkıntısından, derdinden şikayetlenen insanları gördükçe, G/gençler adına sevinç duydum. Öğrenci evi cenderesinden geçmiş her genç için, hac da umre de ne kadar kolay geçecekti kim bilir. Böylece şikayetlenmek yerine daha çok ibadet, zikir ve şükür içinde olacaklardı.
Mesela hacı adayı, soğuk suyla duş almak zorunda kalsa… Arabistan’da da soğuk su mu olur demeyin. Buz gibi soğuk suyla yıkanmak zorunda kalan birini dinledim. Ki öğrenci evinden geçmiş bir genç muhakkak böyle bir sınavı vermiş olacağı için, soğuk su vız gelir, tırıs gider. Şikayetlenmek yerine uykusu iyice açıldığı için şükreder.
Bir genç, lezzeti gayet iyi ve kendi pişirmek zorunda kalmadığı iki-üç çeşit sıcak yemek bulsa hiç şikayet eder mi? Etmez tabi ki.. O yüzden yemek almak için sırada beklemesi gereken 3-5 (bilemediniz 15) dakikayı kafasına takmaz. “Biz böyle kuyrukta bekleyecek adam mıydık?!” diye ciddi ciddi dertlenenleri dinlemek yerine, bir fatiha, üç ihlas okur, her adımda bir hatim indirir.
Şeytan taşlamadır, Arafat, Mina, Müzdelife arası yürümedir, tavaftır vs. derken yorulan, şişen, su toplayan, kara su biriktiren ayaklara karşı, gencin durumu nasıldır? O tabi ki çok daha idmanlıdır yürümek hususunda. Okul-ev arası otobüse, minibüse binmeye yetecek kadar para, acaba her zaman gencin cebinde midir? Daha neler… Hazır bedava tabanvay da hizmette iken… E bacak kasları varsın burada daha çok işine yarasın. Elhamdülillahlar sıralansın..
Soğukta üşümek, sıcaktan terlemek, başka bir şehirde/ülkede olmanın vereceği tedirginlik ilh. Genç adam hepsinden yüz akıyla geçer.
Hasılı birçok güzel söz var bu konuda. Onlardan biri, “iyi ağaç kolay yetişmez; rüzgar ne kadar kuvvetli eserse, ağaçlar da o kadar sağlam olur” şeklinde idi. Zaten insan, kaldıramayacağından fazla yük ile yüklenmez, karşısında duramayacağı kadar şiddetli rüzgarlara maruz bırakılmaz. Öyleyse sıkıntılara, kaliteli dertlere tekraren eyvallah deyip, onları başımız gözümüz üzre buyur edebiliriz. Çünkü ileride bir gün, muhakkak onların faydasını görüp, bizi çok daha direnç sahibi insanlar haline getirmiş olduğunu fark edeceğiz. Fakat yine de ekleyelim: Rabbim vereceklerini lütfundan nasip eyle.