
Allah Teâlâ mutlak adalet sahibidir. En ufak bir zulümde bulunmaz. O’nun güzel isimlerinden (esmâ-yı hünsâsından) biri, “mutlak adâlet sahibi” mânâsına gelen “el-Adl” ism-i şerîfidir. (Tirmizî, Deavât, 82/3507.) Bu sebeple kullarından da tam bir adâlet ve hakkâniyet istemektedir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
“Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhine bile olsa Allah için şâhitlik eden kişiler olunuz! (Nisâ, 135)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, öfkeliyken de sâkinken de adâletten ayrılmamayı emretmiş ve böyle davranabilenlere çok büyük mükâfatlar vaad etmiştir. (Heysemî, I, 90; Ebû Nuaym, Hilye, II, 343; VI, 268-9.)
Müslüman milletler adâlete çok ehemmiyet vermişlerdir. Zira İslâm, müslümanlara olduğu gibi düşmanlarına karşı bile adaletle davranmalarını emretmektedir:
“Ey îman edenler, Allah için adâletle şahitlik eden kimseler olunuz! Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin sizi adâletten saptırmasın! Âdil davranın, zîrâ takvaya en yakışan budur...” (Mâide, 8)
Müslümanların bu konuda gösterdikleri hassasiyeti şu misal ne güzel anlatmaktadır:
Müslümanlar Humus şehrini idareleri altına almışlardı. Onları muhafaza ettikleri için de mâkul bir miktar vergi alıyorlardı. Bu esnâda Bizans Kralı Heraklius büyük bir orduyla müslümanların üzerine yürüdü. Müslümanlar karşılarındaki gücün çok büyük olduğunu öğrenince endişelendiler. Humus ahâlîsinin ödediği vergileri kendilerine iâde ettiler ve:
“–Biz şu anda bir saldırıya mâruz kaldığımız için sizi muhâfaza ve müdâfaa etme imkânından mahrumuz. Siz artık işinizde serbestsiniz, dilediğiniz gibi hareket edebilirsiniz” dediler. Humus ahâlîsi:
“–Vallahi sizin idâreniz ve adâletiniz, bizim için daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve zorbalıktan daha sevimlidir. Sizin vâlinizle birlikte şehri Heraklius’a karşı müdâfaa edeceğiz” karşılığını verdiler. Yahûdiler de kalkıp:
“–Tevrât’a yemin olsun ki bizi yenip perişan etmedikçe Heraklius’un vâlisi, Humus şehrine giremez” dediler. Şehrin kapılarını kilitleyip düşmana karşı muhâfaza ettiler. Kendileriyle sulh yapılmış olan diğer şehirlerin hristiyan ve yahûdi ahâlisi de aynı şekilde hareket etti ve:
“–Şayet Rumlar ve onlara tâbî olanlar müslümanlara gâlib gelirse, biz yine eski zulüm ve zorbalık devrine döner, büyük sıkıntılar çekeriz. Keşke müslümanlar gâlip gelse de önceki anlaşmamız üzere yine onlarla birlikte olsak!” dediler. Allah Teâlâ, Rumları hezîmete uğratıp müslümanlara zafer bahşedince, şehirlerini müslümanlara açtılar, oyuncularını çıkarıp sevinç gösterilerinde bulundular ve vergilerini ödediler. (Belâzurî, Fütûhu’l-büldân, Beyrut 1987, s. 187.)